Biyogüvenlik Kanunu Yayımlandı, Şimdi Sırada Ne Var?
Meclis gündemine gelinceye kadar, yedi yıl boyunca hazırlıkları devam etti. Üç farklı biyogüvenlik kanun taslağı çıktı kamuoyuna, sonra da sessizce kayboldu bu taslaklar. Ama Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde sonunda meclisten bir kanun geçti. Kimileri için bir zafer kimileri için üzüntü kaynağı.
Resmi Gazete’de 26.3. 2010’da (bugün) yayımlanan 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu’na göre, Türkiye’de gdolu bitki ve hayvan üretimine izin verilmeyecek. Bu düzenleme, son yıllarda Türkiye’de yürütülen gdo karşıtı mücadelenin bir başarısı olarak yorumlanabilir. Ancak kanun, gdolu gıdaların ithalatını, izne tabi olacak biçimde, serbest bırakıyor. Özellikle yem ve gıda olarak ülkeye giren gdolu ürünlerden hem üreticinin hem de tüketicinin nasıl korunacağı belirsizliğini korumaya devam ediyor. Yem olarak giren gdolu ürünlerin, tohum olarak kullanımı nasıl engellenecek, belli değil.
Bu ürünlerin ülkeye girişi, nakli, transferi için yapılacak başvuruları ise Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na bağlı Biyogüvenlik Kurulu değerlendirecek. Kurul, uygun gördüğü taktirde, bu ürünlerin ülkeye gıda ve yem amaçlı olarak girişine olanak tanıyacak. Kurulda üretici ve tüketici örgütlerinin temsilcileri yer almayacak. Biyogüvenlik kurulu altında ürünlerin sosyo ekonomik ve ekolojik etkilerini değerlendirecek komiteler oluşturulacak. Komitelerin kararları gizli bilgi kapsamında değerlendirilecek. Bu bağlamda, kurulun karalarının dayanağını öğrenmenin yolu kapatılacak. Bu kararları öğrenmenin tek yolu ise yargısal denetim ile alınan kararlara katılım. Kısacası kararlara idari dava açmak gerekecek. Oysa pek ala bu kararlar, demokratik bir biçimde kamuoyu ile paylaşılabilirdi. Bu bilgilerin gizli bilgi olması, toplum sağlına ve doğanın geleceğine yönelik bu kadar önemli karaların sır niteliğinde olması, yaşama hakkının doğrudan ihlali niteliğinde görülebilir. Bu ve ithalata ilişkin düzenlemeler de bu bağlamda Anayasa’ya aykırılık konusu olabilecektir.
Diğer yandan, Ekoloji Kolektifi’nin üzerinde durduğu diğer bir husus ise, bu ürünlerden zarara uğranıldığının ispatının tüketici ve üreticiler üzerinde bırakılmasının yaratacağı sorunlardı. Bu ürünlerden doğan zararları ispat etmekle yasa yine zarar göreni sorumlu tutuyor. Oysa ki bu ürünlerin zarar vermediğini, bu ürünleri ihal eden, dağıtan, satan şirketler ispatlamalıdır. Bu ürünleri ithal edenler kusursuz sorumluluk hükümlerine tabi olmalıdırlar. Ama yasa, bu ürünlerden kaynaklı, alerjik bir reaksiyon ya da daha farklı bir sağlık sorunu yaşayan kişilerin, iddialarını ispat etmekle sorumlu tutuyor. Neyse ki GDO ve ürünlerinin bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaklanıyor. Şükretmeyi öğrenmek lazım; değil mi!!
Ama, bir belge var ki onu da yakında açıklayacak ekoloji kolektifi, tam bir dehşet tablosu sunuyor. Geçtiğimiz yıl kamuoyunda gdo yönetmeliği olara bilinen, Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelik’in iki kez değiştirilerek uygulanmaz hale getirildiği zaman zarfında ülkeye gdolu olarak ne kadar gıda ve yem girdiğini gösterir bir belge bu. Öğrenince gözlerime inanmadım.
Bu yönetmeliğin uygulanamaz hale gelmesine yol açan değişiklikleri ekoloji kolektifi üyeleri iptal ettirmişti. Şimdi peki bu ürünler, piyasadan toplatılacak mı? Bakanlık bu konuda ne yapacak, yasamız var yaşasın, uyum sürecini tamamladık mı diyecek yoksa mücadele devam mı edecek?
Ya da şöyle soralım, şeker özelleştirmelerinin hızlı bir biçimde gündeme girmesi ile gdoların(özellikle mısırın) ithalatı arasında nasıl bir bağ kuracak, gdo karşıtları. Şeker fabrikalarının kapatılmasının, gdolu mısıra dayalı tatlandırıcıların kapısını sonuna kadar açtığını, gdo karşıtları görüp, yeni dönemde bu özelleştirmelere karşı da direnmeye devam edecek mi? Mücadele ederken göreceğiz. Ama eğer şeker özelleştirmelerine karşı gdo karşıtı mücadele etkinlik gösteremezse, kazanımlar teker teker kaybedilecektir. Sadece şeker çiftçisi, işçisi değil aynı zamanda tüketici de bunun bilincinde olmalıdır.
Yoruma kapatılmıştır.