Metakorporatizme Doğru Meslek Kuruluşları
AKP tarafından hazırlattırılan anayasa taslağının ekonomik model olarak liberal kapitalist bir eksene dayandığı, siyasal karakterinin de otoriter ve muhafazakâr bir öze sahip olduğu eleştirileri giderek sıklaşıyor. Ancak tartışılan anayasa taslağı ile ilgimizi bu noktada kesmek, yeni sermaye birikim sürecinin nasıl bir devlet rejimi inşa etmeye çalıştığını görmemizi engelleyecektir. Ancak bu noktada ilgimiz, 1982 anayasasının 135. maddesinde ifadesini bulan “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” ile ilgili düzenlemenin; AKP taslağında nasıl düzenlediğinin izini sürmekle sınırlandırılacaktır.
1982 Anayasası’nda Meslek Kuruluşları
1982 Anayasası’nın 135. maddesi, meslek kuruluşlarını, “belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak ve mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesini sağlamak…”[1] amacıyla kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri olarak tanımlanmıştır.
1982 Anayasası’nda meslek örgütleriyle ilgili düzenleme aynı zamanda devlet ve toplum, üretim ve yönetim arasındaki ilişkinin dolayımlanma karakterinin de ip uçlarını vermektedir. Devlet, bir yandan piyasayı göreli olarak düzenleme ve denetleme görevini meslek kuruluşlarına verirken diğer yandan da bu piyasanın meslek kuruluşları eliyle düzenlenmesindeki aktör olarak da mesleği ve meslekle dolayımlanan meslek sahibi kişiyi esas alan bir düzenleme yapmıştır. Bu açıdan Meslek Odaları, hizmet ve mal üretilen alanların başat siyasal ve idari aktörlerinden biri haline gelebilmiştir.
Ancak ekonomi politiğin zemini 1982 Anayasasından bu yana kapitalist siyasalarca oluşturulmuştur. Devlet ve toplum arasındaki tüm gerilimler, üretim ve yönetim arasındaki yarılma derinleştikçe; meslek odaları da tüm bu sancılı sürecin çelişkilerini taşımıştır. Bir yandan piyasayı düzenlemek, denetlemek, diğer yandan meslek mensuplarının çıkarlarını korumak, öte yandan da toplumsal çelişkileri ifade etmek arasında salınan bir sarkaç gibi hem devletin hem de toplumun farklılaşan ve çelişkilerle dolu sınıfsal baskısını en derinden yaşayan örgütlenmeler haline gelmiştir.
Hizmet ve mal üretiminin 1980’li yıllarla birlikte liberalize olması, bu alandaki siyasaların ve örgütlenmelerin de kendini bu süreç karşısında tanımlamalarını zorunlu kılmıştır. Politik tutum alışların ötesinde, köklü liberal ekonomik ve politik değişimler meslek odalarının da var olduğu zeminin niteliğinin değişmesini bir “zorunluluk” olarak dayatmıştır. Siyasal ve ekonomik liberalizmin, piyasa dolayımında siyasal olanı düzenleme ve denetleme “zorunluluğu” da yeni anayasa taslağında mantıki sonucuna ulaştırılmıştır. Artık kapitalizm ve devlet sadece verili siyasal ve ekonomik zemini tarif etmekle kalmıyor, aynı zamanda bu verili zeminde hareket edecek aktörlerin rollerini ve niteliklerini de yeniden düzenliyordu. 1982 anayasası verili ekonomik zemini, devlet korumasında bir kapitalist ekonomi, siyasal sistemini de demokratik, sosyal, laik bir hukuk devleti olarak tanımlamıştı. Ancak sermaye birikim süreci açısından artık sosyal, demokratik, laik bir hukuk devletinin bu süreci kaldıramayacağının ilanı ile birlikte, devlet ve toplum ilişkilerini yeniden düzenleyecek bir sözleşmeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu açıdan anayasa taslağında meslek örgütleri ilgili düzenlemenin bu açıdan değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu dönüşüm liberalizm ile korporatist temsil arasında “uzlaşmaz” olduğu iddia edilen çelişkilerin, nasıl bir birliğe dönüştüğünün açığa çıkartılması açısından da oldukça çarpıcıdır. Kısacası 1982 anayasasından yeni anayasa taslağına, meslek kuruluşlarının nitelik ve rollerindeki dönüşümü liberal korporatist bir eksende inşa edildiği söylenebilir.
Yeni Anayasaya Doğru Meslek Kuruluşları
AKP tarafından hazırlattırılan Anayasa taslağının 102. maddesinde, Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.
Meslek kuruluşlarının yeni anayasa taslağında, 1982 anayasasından daha farklı tanımlandığı hemen dikkati çekmektedir. 1982 anayasasında meslek kuruluşları “belli bir mesleğe mensup olanların” ifadesinin kaldırılmış olması oldukça önemlidir. Anayasa’da ifadesini bulan tanımlamayla meslek kuruluşları, sadece belli bir mesleğe özgülenerek tanımlanma zorunluluğundan kurtarılacaktır. Dolayısıyla meslek kuruluşları sektörel düzeyde tanımlanabilecektir. Bunun sonucunda, kanunla kurulacak meslek kuruluşları ve örgütlenmelerine şirketler de üye olabilecektir. Bunun ikinci sonucu olarak da meslek tanımı daha esnek bir tarzda düzenlenebilecektir.
Örneğin, daha önce yapıldığı gibi tohumculuk sektörü bir meslek grubu olarak tanımlanabilecektir. Ya da sağlık, gayrimenkul, sektörleri birer meslek kuruluşu örgütlenmesine olanak tanıyacaktır. Konuyu bu açıdan biraz daha derinleştirmek gerekir.
1982 Anayasasından yeni anayasa taslağına kadar ki geçen süreci gözeterek söylemek gerekir ki, meslek odalarını iki türlü bir değişim beklemektedir. Bir yandan meslek örgütlerinin niteliğinde bir dönüşüm, diğer yandan da devlet ve toplum, üretim ve yönetim ilişkilerinde meslek odalarının rolünde bir dönüşüm yaşanacaktır. Bu dönüşüm devlet rejiminin meta-korporasyona yaslanmasına değin derinleşerek sürecektir. Bu anayasa taslağı kabul edilsin veya edilmesin, mevcut siyasal ve ekonomik karakterde köklü bir dönüşüm yaşanmadığı sürece öngörülen yola girilmiştir.
Meslek odalarının göreli olarak piyasayı düzenleme ve denetlemedeki ağırlığının, niteliğinin ve gücünün değiştiği tartışıla gelmiştir. Ancak mevcut anayasal sistem içinde bile AKP hükümeti meslek örgütlerini piyasa dolayımlı tanımlayacak ve onun rol ve niteliğini değiştirecek çok önemli girişimin ipuçlarını vermiştir.[2]
Sermaye, sınıfsal çelişkileri kendi lehine bükmek açısından kısa vadede korporatif temsil mekanizmalarından vazgeçmeyeceğini, bu açıdan da meslek kuruluşlarını yeniden işlevlendireceğini yeni anayasa taslağında belli etmiştir. Kamu yönetiminde reform adı altında geliştirilen yönetişim projesi, meslek kuruluşlarını da bu açıdan etkileyecektir. Yeni anayasa taslağındaki düzenleme doğrultusunda meslek kuruluşlarına şirketlerin de üye olmasının önünde anayasal bir engel kalmayacaktır. Diğer yandan da, meslek kuruluşları piyasa dolayımıyla tanımlandıklarından, sektörel düzeyde bir örgütlenme ile tanımlanabileceklerinden; meslek odaları, güçlü şirketlerin karşısında zayıf meslek üyelerini koruyamayacaktır.
Çünkü temsil mekanizmalarında göreli olarak ağırlığını koyacak olan şirketler bilindiği üzere çıkar örgütleridir. Şirketlerin temel amaçları, şirketin maddi olarak kar etmesini sağlamak ve karlarını maksimize etmektir. Temel gayeleri kar etmek ve karlarını arttırmak olan şirketlerin kamu kurumu niteliğindeki bu kuruluşların içerisinde yer almasıyla, kamu gücüyle donatılmış bir kurumun tüm olanaklarını kendi kişisel çıkarları için seferber etmeleri sonucunu doğuracaktır.
Böylece şirketler kendi çıkarlarının gereklerini bu kuruluşlar aracılığı ile hayata geçireceklerdir. Bu şekilde şirketler kar amaçları doğrultusunda, kuruluşa tanınmış olan kamu gücü kullanımını gerektiren yetkileri kullanmış olacaklardır.
Diğer yandan da birçok alanda faaliyet yapmakla donatılan meslek kuruluşları sektörel düzeyde örgütlenmeye başladıklarına, aynı meslek alanında faaliyet yürüten birden çok meslek kuruluşunun doğmasına da neden olacaktır. Serbest mimarlar ayrı bir meslek odası, şirket sahibi mimarlar ayrı bir meslek odası, küçük bürocular başka bir mimarlar odası kurabilecektir. Bunun önünde anayasal bir engel kalmayacaktır. Böylece piyasada, aynı sektörde faaliyet ürüten birbiriyle rekabet eden pek çok meslek odası ortaya çıkacaktır. Meslek odaları piyasada değişim değerine kavuşacak ve birer meta örgüt hakline gelecektir. Bu tabi ki pek çok hukuki sorunu da beraberinde getirecektir. Ancak rekabet eden bu odaların daha iyi hizmet üreteceği anlayışının sonucu belki de birden fazla başbakan ve rekabet eden birden fazla meclis yaklaşımlarını da gündeme getirecektir.
Söylediklerimizi fazla abartılı bulanlar veya anayasal bir yorum, çıkarsamada bulunduğumuzu varsayanlar için daha somut örnekler vermek gerekecektir. Bu açıdan da yukarda kısaca değinilen Tohumculuk Kanunu üzerinde biraz daha ayrıntılı durmak gerekecektir.
Tohumculuk Kanunu[3]’nda Meslek Kuruluşları
Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları’nın kurulmasına imkân veren Anayasa’nın 135. maddesi’nde bu kuruluşların amaçları yönünden, “Meslek mensuplarının ortak ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetleri kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek disiplinini ve ahlakını korumak” şeklinde sınırlandırılmışlardır. Oysaki söz konusu yasa ile kurulacak olan bu birlik ve alt birlikler mesleğin genel menfaatlere, kamu yararına uygun olarak yürütülmesi sonucunu doğurmayacak, aksine tekel durumundaki şirketlerin çıkarlarının hayata geçirilmesi doğrultusunda faaliyet gösterebilecekleri bir kurumsal yapı kurulacaktır. Kanunla amaçlanan, kamu yararı doğrultusunda bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu kurmak değil kartellere kamu niteliğinde meslek kuruluşu unvanı bahşetmektir.
Böylesi bir yapılanmanın Anayasa’nın 2. maddesinde bahsedilen Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan demokratik devlet ve sosyal devlet ilkesine aykırı olduğu aşikârdır. Bu durumun sosyal devlet ilkesi ile bağdaşması mümkün olmadığı gibi, Anayasa’nın 2. maddesinde bahsedilen “millî dayanışma ve adalet anlayışı” ile bağdaşması da mümkün değildir.
Aynı zamanda şirketler ile küçük üreticileri aynı kuruluşa üye olmak ve aynı kuruluşun “kamu gücü kullanımı gerektiren” yaptırımlarına maruz bırakmak sonucunu doğuracak olan bu kanun, “sosyal devlet ilkesinin” hayata geçirilmesi önünde bir engel teşkil edeceği gibi şirketlerin tekelci faaliyetlerine olanak sağlayacağı ortadadır.
Anayasanın 135. maddesi müşterek ihtiyaçları olan belirli bir mesleğe mensup olanlar için bir örgütlenme biçimi öngörmektedir. Nitekim Anayasa’nın 135. maddesiyle, örgütlenme özgürlüğüne bir istisna getirilerek bu gibi kuruluşlara üye olma zorunluluğu getirilmesine olanak sağlanmakta, bu kuruluşlara üye olmayanların mesleği icra etme imkânı da bulunmamaktadır. Ancak Tohumculuk Yasası ile oluşturulan meslek kuruluşları, bir meslek alanı tarif etmemekte, bir sektörü meslek alanı olarak göstererek Anayasa’nın amaçladığından daha geniş bir düzenlemeye gitmektedir. Şüphesiz kanun koyucunun belirli meslek alanlarını saptayarak bu alana ilişkin bu gibi örgütlenmeler geliştirmek konusunda bir takdir yetkisi vardır. Ancak meslek kavramını tanımlama konusunda kanun koyucunun sınırsız bir yetkisi olduğunu kabul etmek Anayasa’nın işlevsiz hale gelmesi ve delinmesi anlamına gelecektir. Örneğin tabiplik bir meslek alanıdır ve tabipler Tabip Odaları ve Türk Tabipler Birliği şeklinde örgütlenmek zorunda, bu kuruluşlara üye olmak zorunda ve bu kuruluşların kendileri üzerindeki denetim ve gözetim yetkisine tabi olmaktadır. Ancak kanun koyucunun sağlık sektörünün bütünü bir meslek alanı olarak tarif etmesi ve bu sektörde çalışan her gerçek ve tüzel kişiyi böyle bir kuruluş içerisinde örgütlenmeye zorlamasının Anayasa’nın 135. maddesindeki amacı aşan bir düzenleme olacağı açıktır.
İlaç sektöründe çalışan bir firma ile bir özel hastane işletmesinin, bir tabibin ve hasta bakıcının aynı meslek alanında tariflenmesi ve müşterek ihtiyaçlarından bahsedilmesi anlamsız olacağı gibi Anayasa 135.maddenin amacına da aykırı olacaktır. 5553 sayılı kanun, bir sektörü bir meslek alanı olarak göstermekte ve ortak ihtiyaçları, çalışma biçimleri birbirinden tamamen farklı olarak tohumculuk sektöründe çalışanları aynı örgütlenme içerisinde bulunmaya zorlamaktadır. Böyle bir düzenleme, mesleki dayanışmayı sağlamaktan çok, bir korporasyon kurmayı hedeflemektedir. Böyle bir düzenleme Anayasa’nın 135. maddesine aykırı olduğu gibi Cumhuriyet’in temel niteliklerinden olan demokratik devlet ilkesine de aykırıdır.
Yasanın 16. maddesinde alt birliklerin nasıl kurulacağı düzenlenmektedir. Buna göre alt birlikler Anayasa’nın 135. maddesine göre ancak kanunla kurulabilir. Fakat 5553 sayılı Kanun 16. maddesi alt birliklerin kuruluşunu şöyle düzenlemektedir: “bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri, tohum dağıtıcıları, süs bitkileri üreticileri ve tohumculukla ilgili diğer konularla iştigal eden en az yedi gerçek veya tüzel kişi tarafından faaliyet konularına göre kurulan, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.” Kanunda hangi iştigal alanlarında alt birliklerin kurulacağı dahi sınırlı olarak sayılmamıştır. Üstelik 16. maddenin ikinci fıkrasında alt birliklerin nasıl kurulacağı, şöyle düzenlenmiştir: “Alt birlik, kuruluş ve çalışma esaslarını belirleyen tüzük ile Bakanlığa başvurur. Tüzükte ve kurucuların hukukî durumlarında mevzuata aykırılık ve noksanlık yoksa alt birliğin kuruluşu Bakanlıkça onaylanır ve durum alt birliğe en geç on beş gün içinde bildirilir. Alt birlik tüzüğü, alt birliğe yapılan yazılı bildirimden sonra on beş gün içinde yerel bir gazetede ilân edilir. Alt birlik, tüzüğünün ilân edildiği günü izleyen üç ay içerisinde, ilk genel kurulunu toplamak ve organlarını oluşturmak zorundadır. Tüzük değişikliği kuruluş işlemlerine tâbidir.” Maddeden anlaşılmaktadır ki, alt birlikler maddede belirtilen faaliyet alanlarında birinde veya “tohumculukla ilgili diğer konularla iştigal eden” ifadesine dayanarak kendi tarif ettikleri yeni bir faaliyet alanına ilişkin olarak yedi gerçek veya tüzel kişinin Bakanlık’a başvurusu ile kurulacaktır. Alt birliklerin kuruluşu kanunla değil, yedi gerçek veya tüzel kişinin başvurusu ve Bakanlık’ın onayı ile gerçekleşmektedir. Bu düzenleme Anayasa 135. maddedeki “kanunla kurulma” şartına da açıkça aykırıdır.
SONUÇ
Buradan hareketle yönetişim modelinde meslek kuruluşlarına, liberal korporatist bir pozisyondan öte, bizzat değişim değerine kavuşmuş, yerine bir başka örgüt ikame edilebilir, bu anlamda değiştirilebilir, piyasada kolayca bulunabilir bir meta örgüt rolü biçilmektedir. Meslek kuruluşları artı değer yaratan, bir biri ile rekabet eden, bir şirket mantığında işleyen kuruluşlar olması yanı sıra, aynı zamanda kendileri de başlı başına birer meta haline gelecektir. Meslek kuruluşlarının da düzenledikleri ve denetledikleri alanı piyasalaştırabilmesinin, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayabilmesinin yegâne yolu kendini de bir değer olarak örgütlemesiyle mümkün olacaktır. Yönetişim yaklaşımı çerçevesinde, yeni anayasa taslağında meslek kuruluşları başlı başına bir yatırım projesi olarak tasarlanmıştır. Yönetişim ekseninde meslek kuruluşları, para mal para döngüsünü hizmet üreterek çevirirken; kendi nesnesi haline gelecek olan üyelerini de paraya tahvil edebilen; günümüz ekonomi politiğinin rasyonalize olmuş ifadesi metakorporatizmle karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.
[1] H. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
Madde 135 – Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleridir.
[2] 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile, düzenlenen kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu vasfındaki , Türkiye Tohumcular Birliği ve diğer altbirliklerde, özel tüzel kişilere de üyelik imkanı tanımaktadır. Bunun sonucu büyük şirketler, küçük üreticilerin ve bağımsız çalışan çiftçilerin de üye olmak zorunda olduğu bu kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına üye olacaklardır. Bu durum, şirketlerin, meslek kuruluşunun politikalarını doğrudan belirlemesine, organlarında temsil edilmesine ve zayıf çıkar grubu olan çiftçiler karşısında piyasada üstünlük sağlamalarına neden olacaktır.
[3] 31 Ekim 2006 tarihinde TBMM’de kabul edilen 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu, 8 Kasım 2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu Yasa Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine taşındı.
Yoruma kapatılmıştır.