Ankara’da Su Yönetimindeki Yetki Tartışması ve Yönetim Anlayışından Doğan Su Krizi’ne Karşı Yürütülebilecek Hukuki Olanaklar

Ankara’da yaşanan su krizinin Büyükşehir Belediyesi’nin bir yönetim zafiyeti mi olduğu, yoksa su yönetiminin DSİ ile Büyükşehir Belediyesi arasında yaşanan yetki karmaşasından mı kaynaklandığı; krizin sorumlularının yürürlükte olan mevzuat uyarınca hukuki ve cezai sorumluluklarının neler olduğu haftalardır kamuoyunca tartışılmakta; su kesintilerin başladığı günden bugüne kentin değişik semtlerinde Ankara Büyükşehir Belediyesi yönetimine karşı protestolar düzenlenmekte, temel bir insan hakkı olan sağlıklı ve temiz içme suyuna erişim hakkı ve Anayasa ile güvence altına alınan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı talepleri her geçen gün daha fazla insanın önemle vurguladığı talepler olarak kamuoyunun gündeminde daha fazla yer almaktadır.  Söz konusu çalışmamızla Ankara’nın 50 yıllık su planları ışığında güncel gelişmelere değinilerek yönetim krizinin sorumlu odaklarını tespit edilmesine çalışılarak sorumluluk odaklarının kimler olduğu yönünde fikir yürüterek, hukuki ve cezai sorumlulukları mevzuat hükümleri doğrultusunda irdelenerek hukuki olanaklara dikkat çekilecektir.

Bilindiği üzere 1982 Anayasası’nın su kaynaklarının ülkenin doğal zenginliği olduğu ve devletin yönetiminde toplum yararı için kullanılacağı temel hüküm olarak yer almakta; Anayasa’nın 168. maddesi hükmü ile doğal servet ve kaynakların “devletin hüküm ve tasarrufu altında” olduğu, 166. maddesinde de, kaynak kullanımında planlama ve verimliliğin esas olduğu ve yatırımlarda toplum yararları ve gereklerinin gözetileceği belirtilmektedir. 56. maddede ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ifade edilmektedir.

Ülkemizde su kaynaklarının yönetimi, planlı gelişimi ve korunması konusunda karar vericiler, yöneticilerce oluşan çeşitli kamu ve özel sektör kuruluşları görevlendirilmiştir. Ne var ki su yönetimindeki çok parçalılık, kamu yararına yönelik akılcı bir yönetim anlayışından uzak siyasi menfaat ve çıkarların varlığı, sağlıklı ve temiz içme suyuna erişim hakkının önündeki en büyük engellerden birisidir. Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin birkaç sene öncesine kadar reddedildiği bilinirken, bugün için yönetim krizinden kaynaklı yaşanan su(suzluk) sorununun nedeni olarak küresel iklim değişikliği ve kuraklığa “neden” olarak sarılınmış olmasının ikameci bir yönetim anlayışının görünümü olduğu düşüncesiyle hedef saptırma çabaları kamuoyunca ibretle izlenmektedir. Günü kurtarma politikaları ve halkın manevi dünyasına yapılan göndermeler ile sorumluluktan kaçınılarak, sorunun ana kaynağına dikkat çekenlerin ideolojik merkezler olarak gösterilmesi, haklı taleplerini dile getirenlerin kadrolu militanlar olarak adlandırılması, en temel insan haklarından birisi olan sağlıklı ve temiz su hakkına erişim için söz söyleyenlerin ötekileştirilerek bizden olmayan, kukla olarak nitelendirilmesi, söz konusu binlerce kişinin ortaya koyduğu mücadelelerinin haklılığına gölge düşürmeye çalışmak, açık denizin ortasında bulunan ağaç parçasına tutunma çabasından başka bir şey olmadığı gibi, sorunun ana kaynağını da gizleyemez etkisiz bir uğraştır.

Anayasa’da su kaynaklarının ortak ve özel kullanıma mahsus olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir.

Özel kişilerin sahip olduğu küçük kaynaklar dışında yeraltı suyunu da içeren su kaynaklarının geliştirilmesinin devletin sorumluluğu altında olduğu bilinen bir gerçektir. Bunun yanında yeraltı suyu kaynaklarının emniyetli üretim limitleri içinde kalınması kaydıyla kullanıcıların talebi doğrultusunda devlet tarafından lisans yolu ile kontrolü de özel yasalarla düzenlenmiştir.

Bunlardan Başbakanlık, DPT ve Bakanlıklar karar mekanizmalarında yer almakta; Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİEİ), İller Bankası, İl Özel İdareleri ve benzer kuruluşlar yönetim ve geliştirme yapan; çiftçiler, Su Kullanıcı Birlikleri ve diğer su tüketiciler de su kullanan aktörlerdir. Su yönetimi konusundaki yatırımcı kurum ve kuruluşlar; DSİ, EİEİ, Çevre ve Orman Bakanlığı ve İller Bankası; başlıca izleyici-denetleyici kurum ve kuruluşlar ise; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, İl Özel İdare Müdürlükleri, Belediyeler, Çevre ve Orman Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Özel Çevre Kurumu Başkanlığı, DPT Müsteşarlığı, TUİK ve üniversitelerdir.

Ankara özelinde ise Türkiye’nin su yönetimi anlayışı ile söz, yetki ve karar mekanizmalarının ortaya çıkışının ilk olarak Cumhuriyet öncesi dönemde ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Su yönetimi ilk kez 1914 yılında “Umumu Nafia Müdüriyeti Umumiyesi” nin (Bayındırlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün) kurulmasıyla başlamış; 1925 yılına gelindiğinde ise Umumu Nafıa Müdüriyeti Umumiyesi’ne bağlı bir “Sular Fen Heyeti Müdürlüğü” kurulmasına karar verilerek Bursa, Adana, Ankara, Edirne ve İzmir Su İşleri Müdürlüklerinin kuruluşu tamamlanmıştır.

1929 yılında ise ortaya çıkan şiddetli kuraklık ve kıtlık neticesinde “Sular Umum Müdürlüğü”nün kurulmasına karar verilmiş; 1939 yılında da Nafıa Vekaleti’ne bağlı olarak “Su İşleri Reisliği” kurularak su yönetiminde planlama esaslarının temelleri atılmıştır. 1936 yılında çıkarılan “Çeltik Ekimi Kanunu”, 1943 yılında çıkarılan “Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu”, 1950 yılında çıkarılan “Bataklıkların Kurutulması ve Bunlardan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanun”, 6200 sayılı DSİ Kuruluş Kanunu’nun öncüleri olmuş; Su İşleri Teşkilâtı 1953 yılında yeniden düzenlenerek; 18.12.1953 tarihinde kabul edilen ve 28.02.1954 tarihinde yürürlüğe giren 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve  Vazifeleri Hakkında Kanun ile yetkileri arttırılarak, Bayındırlık Vekâleti’ne bağlı, katma bütçeli, tüzel kişiliğe sahip Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü kurulmasına karar verilmiştir.

1931 yılında Ankara’nın su tesisatının yapılması işi Bayındırlık Bakanlığı’na verilmiş,  Bakanlık tarafından düzenlenen rapor hükümetçe kabul edilerek “Ankara Şehri İçme Suyu Komisyonu” kurulmuştur. Ankara suları ile ilgili olarak Belediye bünyesinde şube olarak faaliyet sürdüren Ankara Şehri İçme Suyu Komisyonu 6 Nisan 1949 ve 5363 sayılı Ankara Su Tesisatının Belediyeye Devri ve İşletilmesi Hakkında Kanun ile Ankara Belediyesine bağlı olmak üzere ASU Umum Müdürlüğü (Ankara Sular İdaresi) adlı tüzel kişiliği olan ve özel hukuk hükümlerine tabii bir işletme haline getirilmiştir.

1952 yılındaki ilk merkezi yerleşiminin ardından 1991 yılında taşınılan ve halen kullanılan ASKİ binası yapılana kadar çalışmalar söz konusu yerleşimde sürdürülmüş, 1960’lı yıllarda ASU Umum Müdürlüğü sınırlı kaynakları ile yetersiz kalınca DSİ Genel Müdürlüğü’nün devreye girmesi ile su sorununun çözümünde ciddi adımlar atılmıştır. 1980 sonrasında döneminin Büyükşehir Belediye yönetimi anlayışı ile, belediyelere bağlı su ve kanalizasyon teşkilatları yeniden organize edilerek İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü’nü kuran İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanun ile diğer Büyükşehir Belediyelerine de uygulanacağı hükmü getirilmiş ve ASU Umum Müdürlüğü kuruluşuna imkan veren kanun hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece Ankara Sular İdaresi Umum Müdürlüğü, 2560 Sayılı İSKİ Kuruluş Yasası’na 3305 sayılı Yasa ile eklenen Ek-4 madde uyarınca Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür.

ANKARA ÖZELİNDE SU KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN ÇOK PARÇALILIĞI İLE KRİZE NEDEN OLAN KEYFİ İDARE ANLAYIŞININ SEBEPLERİ

Ankara özelinde su kaynaklarının yönetiminde kurumlar arasında çok başlılık, çok parçalılık ve koordinasyon sorununun özü, DSİ’nin 1053 sayılı Belediye Teşkilâtı Olan Yerleşim Yerlerine İçme, Kullanma Ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanunu hükümleri ile 10.07.2004 tarihli  5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 2560 sayılı Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Kuruluş Kanunu hükümlerinin Büyükşehir Belediyesi tarafından keyfi yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

1053 sayılı Belediye Teşkilâtı Olan Yerleşim Yerlerine İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun  hükümleri doğrultusunda Ankara’nın da içinde bulunduğu nüfusu yüzbinden daha fazla olan kentlere su getirmek sorumluluğu DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.

1053 sayılı yasanın 2. maddesi hükmü uyarınca su kaynağını teşkil eden barajlar, isale hatları ve tasfiye tesisleri Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, depo ve tevzi şebekelerinin belediyelerce yapılacağı, 3. madde hükmü ile de ikinci maddedeki işlerin ilgili belediyesince  yaptırılacak kısmı için her yıl Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bütçesine konulacak ödenek miktarınca yardım yapılacağı ifade edilmektedir.

Devamla 4. madde hükmü ile de Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak işler için sarf edilecek meblağın tamamı ile 3 üncü maddeye göre yapılacak yardımları ilgili belediyelerin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüne borçlanacağı; borçlanma şartları, taksitlerin miktar ve süreleri ve işin yürütülmesi ve işletilmesi ile ilgili diğer hususlar İçişleri ve Maliye Bakanlıklarının uygun mütalaası alınmak suretiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile ilgili belediyeler arasında yapılacak protokollerle tespit edileceği belirtilmektedir.

2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre merkez nüfusları yüzbini aşan 55 yerleşim birimi bulunmaktadır. 1053 sayılı Yasa’nın 1968 yılında yürürlüğe girmesinden bu yana çeşitli tarihlerdeki Bakanlar Kurulu Kararları ile nüfusu 100 000’i aşan 45 şehre içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanması konusunda Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilendirilmiştir.
2005 yılı itibariyle Bakanlar Kurulu Kararları ile DSİ’nin yetkilendirildiği şehir sayısı 45 olup bunlar arasında Ankara da vardır. Ankara’nın da içinde bulunduğu 17 şehrin içme, kullanma ve endüstri suyu temin projeleri DSİ tarafından sürdürülmekte; içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanması yönünde master plan, fizibilite, planlama, proje ve inşaat çalışmaları çeşitli aşamalarda sürdürülmekte, inşaatı tamamlanıp hizmete alınan tesisler/sistemler ilgili belediyelere devredilmektedir.

Hükümet tarafından Kamu Yönetimi Reformu olarak sunulan, idari teşkilatın yeniden yapılandırılmasını amaçlayan değişiklik paketinin temel direklerinden olan 10.07.2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7/r  maddesi uyarınca aynı görev su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla kurulacak tesisleri kurmakla büyükşehir belediyeleri (dolayısıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi de) de görevlendirilmiştir. Buna göre su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak görevi Büyükşehir Belediyelerinin, dolayısıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin görevidir.

Keza 2560 Sayılı Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü kuruluş yasasının 2. maddesinde “İçme kullanma ve endüstri sularının her türlü yer altı ve yer üstü kaynaklarından sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için, KAYNAKLARDAN abonelere ulaşıncaya kadar HER TÜRLÜ TESİSİN etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak, bu projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak, kurulu olanları devralıp işletmek…” hak ve görevi ASKİ’ye verilmiştir.

Bugün itibariyle yaşanan yetki ve izin tartışmasının kökeni de söz konusu kanun hükümlerinin Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kendine göre yorumlanmasından ve kaynakların akılcı kullanımından öte göze görünür başka yatırımları öncelik olarak tarif edilmesinden  kaynaklanmaktadır. Halkın yaşam kaynağı olan içme ve kullanma suyu temini konusunda çıkmazın baş sorumluluğu Ankara Büyükşehir Belediyesi yönetiminin plansız ve kamu yararından uzak yönetim anlayışı altında yatmaktadır.

Öyle ki Belediyelerin, mevzuat hükümleri uyarınca eğer DSİ’nin projesini yapmak isterse 2560 Sayılı Kanunun verdiği yetkiye göre bunu yapabilmekte, ancak bu taleple DSİ’ye başvurmaları gerekmektedir. Ancak bu durum yeterli olmayıp, DSİ’nin, kendisine gelen talep doğrultusunda Bakanlar Kurulu kararı ile yetkilendirilerek belediye ile bir protokol imzalaması ile mümkün olduğunda tamamlanabilmektedir. Belediye’nin bir talebi olmadan DSİ’nin durumdan vazife çıkararak herhangi bir şehre (dolayısıyla Ankara’ya) su taşıması mevzuat uyarınca mümkün değildir.

Bugün itibariyle Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin keyfi ve plansız tutumu dolayısıyla oluşan su krizinin sebebi de Ankara’nın ihtiyacı olan suyun teminini sağlayan DSİ-Büyükşehir Belediyesi arasında yapılması gereken protokolün Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tavrı nedeni ile yapılamamış olmasıdır.

Öyle ki 1968 senesinde Ankara’nın su planlamasının yapılması gündeme gelmiş ve DSİ tarafından 50 yıllık süre için yapılan Ankara Master Su Planı (1970-2020) doğrultusunda 1974 yılında Kurtboğazı Barajı devreye girmiş, 1978’de devreye girmesi planlanan Çamlıdere Barajı, tünel açmadaki bazı sorunlar nedeniyle ancak 1985’te; İncegez Barajı yerine yapılan Eğrekkaya Barajı 1992’de, Akyar Barajı ise 2000’de devreye girmiştir. Master Plan çerçevesinde Işıklı sistemlerindeki baraj sularının tüneller ile Çamlıdere Barajı’na tahliyesi sebebiyle Çamlıdere’nin kapasitesi ise büyük tutulmuştur.

Plana göre Işıklı baraj sistemi Ankara’nın yaklaşık 100 km kuzey batısında Gerede civarında yapılması ve kente Işıklı 1.etap’ın 1993 senesinde, Işıklı 2.etap’ın 2000 senesinde, Işıklı 3.etap’ın ise 2010 senesinde su vermeye başlaması planlanmış ancak Işıklı sisteminin su taşıdığı Çamlıdere barajı çalışmaları sırasında yaşanılan tünel açma sorunları nedeniyle 1994 senesinde Master Planın yeniden gözden geçirilmesi gündeme gelmiştir.

Planın, artan nüfus artış hızı dolayısıyla 2050 senesini de kapsar biçimde yeniden ele alınmış, Japon kredisinin temini de garanti altına alınan Işıklı sistemi için tünel açma kararından vazgeçilmiş ve pompa sistemine geçilmesine karar verilmiştir.

1053 sayılı Kanun’un 4. madde hükmü doğrultusunda Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak işler için sarf edilecek meblağın borçlanmasını öngören protokol Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından imzalanmamıştır.

Bunun üzerinde DSİ Hazine Müsteşarlığı’na bir yazı göndererek kredi hakkında bilgi verilmiş ve “2010’a kadar Gerede sistemi devreye girmezse Ankara’da su sıkıntısı yaşanabileceği” bildirilmiştir. Hazine’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne durumu sorduğu görüşe belediye tarafından verilen cevapta ise hazine garantili belediye borçlarının arttırılmaması için su temini projelerini yap-işlet-devret modeli ile yapılmasının düşünüldüğü, Ankara metrosunun büyükşehir belediyesinin öncelikli projesi olduğu belirtilerek Gerede Işıklı projesinin DSİ tarafından yapılması önerilmiştir..!

DSİ, 2006 yılında belediyeyi yeniden uyarmış ve bugün yaşanan su sıkıntısına erken habercisi olmuştur. Belediye tarafından durum önemsenmeyerek 2006 yazı itibarı ile Ankara’da ciddi bir şekilde su sıkıntısı çekilmesinin muhtemel görünmediği bildirilmiştir.  Hazine’ye verdiği cevapta öncelik tercihini metrodan yana kullanacağını bildiren belediye tarafından ASKİ’nin kaynaklarının, su ve kanal işleri yerine kuruluş yasasında olmadığı halde yollar ve köprülü kavşaklara aktarılmasına karar verildiği bildirilmiştir.

Hal böyle olunca Gerede sisteminden su gelince İvedik Su Arıtma Tesisi’nin genişletilmesi gerekeceğinden büyükşehir belediyesince mevcut tesisin yanında bu iş için ayrılan alana da ASKİ Spor Salonu yapılmasına karar verilmiş ve spor salonu tamamlanarak hizmet sokulmuştur.

Ankara’daki su sorunun Büyükşehir Belediyesi’nin tutumundan kaynaklandığı İstanbul, İzmir, Afyonkarahisar, Çorum, Sivas, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Erzurum’un aralarında bulunduğu pek çok şehrin DSİ’ye talepte bulunduğunu ve DSİ’nin de bedelin 30 yılda ödenmesi koşuluyla bu şehirlere su götürdüğü bilinmektedir. Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Eski Müdürü Veysel EROĞLU’nun Ankara’daki su(suzluk) sorunu ile ilgili olarak basına yaptığı açıklamalarından bu durum kolaylıkla anlaşılmaktadır. EROĞLU’nun Ağustos ayı içerisinde basına yaptığı açıklamalarında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden talep gelseydi DSİ’nin üzerine düşeni yapacağı belirtilmiş, zamanında projenin yapıldığı, Japon kredi kuruluşu JBIC’den kredisinin bulunduğu, protokolün hazırlanarak Büyükşehir Belediyesi’ne sunulduğu ancak Büyükşehir tarafından protokolün kabul edilmediği açıkça ifade edilmiştir.
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin plansız yönetim anlayışı, kamuda ve yerel yönetimlerde bütçe sistemine yönelik 24 Aralık 2003 tarihli 25326 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümleri ile de açıkça çelişmektedir.

5018 sayılı yasayla birlikte stratejik plan ve performans esaslı bütçeleme, performans denetimi ve performans yönetimi mevzuatımıza girmiştir. Yasanın hükümleri yerel yönetimleri de kapsamaktadır. Bu doğrultuda 5018 sayılı yasanın 3. maddesinde stratejik plan “kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plan” olarak tanımlanmıştır. Yasa hükmünde görüldüğü üzere stratejik planın tanımıyla kamu ekonomisinin hacminin orta ve uzun vadeli sınırlarının çizilmesi öngörülerek liberal minimal devletin çerçevesi oluşturulması hedeflenmiştir.

Bilindiği üzere idarenin kurulma amacına dayalı olarak karşılamakla yükümlü olduğu hizmetler söz konusudur. İdarenin bunları karşılarken bazı ilkelere uyması gerekir. Buna göre kamu hizmeti ilkelerinin en başında gelen “hizmette süreklilik” ilkesidir. Bu ilke, giderilmesinde kamu yararı bulunan toplumsal bir gereksinmenin kamu hizmeti olarak bir kez yöntemine uygun olarak ortaya çıktıktan sonra, aralıksız, kesintisiz, devamlı ya da sürekli bir biçimde yerine getirilmesini ifade eder. Kamu hizmetinde her türlü kesinti, duraksama ve kesilme toplumda giderilmesi güç karışıklıklar ve aksaklıklar ortaya çıkarabilir. Örneğin bir kentte, kentsel ortak tüketim ve hizmet alanları olarak suların akmaması, elektriklerin yanmaması, doğalgazın kesilmesi, çöplerin toplanmaması ve toplu taşımanın yapılmaması durumlarında o kentte toplumsal yaşam felce uğrayacaktır. Bu nedenle kamu hizmetleri kesintisiz bir biçimde yürütülmelidir.

Yasanın “stratejik planlama ve performans esaslı bütçeleme” başlığını taşıyan 9. maddesinde söz konusu durum daha da açığa çıkmaktadır.

Buna göre, “kamu idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe ilişkin misyon ve vizyonlarını oluşturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiş olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlarlar.

Kamu idareleri, kamu hizmetlerinin istenilen düzeyde ve kalitede sunulabilmesi için bütçeleri ile program ve proje bazında kaynak tahsislerini; stratejik planlarına, yıllık amaç ve hedefleri ile performans göstergelerine dayandırmak zorundadırlar. Stratejik plan hazırlamakla yükümlü olacak kamu idarelerinin ve stratejik planlama sürecine ilişkin takvimin tespitine, stratejik planların kalkınma planı ve programlarla ilişkilendirilmesine yönelik usul ve esasların belirlenmesine Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yetkilidir.

Kamu idareleri bütçelerini, stratejik planlarında yer alan misyon, vizyon, stratejik amaç ve hedeflerle uyumlu ve performans esasına dayalı olarak hazırlarlar. Kamu idarelerinin bütçelerinin stratejik planlarda belirlenen performans göstergelerine uygunluğu ve idarelerin bu çerçevede yürütecekleri faaliyetler ile performans esaslı bütçelemeye ilişkin diğer hususları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve ilgili kamu idaresi tarafından birlikte tespit edilecek olan performans göstergeleri, kuruluşların bütçelerinde yer alır. Performans denetimleri bu göstergeler çerçevesinde gerçekleştirilir” denilmektedir.

Söz konusu yasal çerçeve doğrultusunda yerel yönetimlerde de stratejik plan ve performans planı benimsenmiştir. Buna göre, stratejik plan ve performans planı 3.7.2005 tarihinde kabul edilen 5393 sayılı Belediye Yasası’nın en önemli yeniliklerinden biri olarak gösterilmektedir. Belediye Yasası’nın 18, 34, 38, 41, 56, 61 ve geçici 4. maddelerinde “stratejik plan” sözcüğü geçmektedir. Belediye Yasası’nda stratejik planın hazırlanması, görüşülmesi, kabul edilmesi, uygulanması, izlenmesi, değerlendirilmesi ve bunlara ilişkin raporların sunulmasına yönelik belediyenin organları olan meclis, encümen ve başkanın görev ve yetkilerini düzenleyen maddelere hükümler konulmuştur. Bu doğrultuda 5393 sayılı Belediye Yasası’nın 38. maddesinin (b) fıkrasında belediye başkanının görev ve yetkileri arasında “belediyeyi stratejik plana uygun olarak yönetmek, belediye idaresinin kurumsal stratejilerini oluşturmak, bu stratejilere uygun olarak bütçeyi, belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini hazırlamak ve uygulamak, izlemek ve değerlendirmek, bunlarla ilgili raporları meclise sunmak” sayılmıştır. Bu hükme göre belediye başkanının belediyeyi yönetmesinde önemli araçlardan biri olarak stratejik planın öngörüldüğü söylenebilir.

Yasanın 34.maddesinin (a) fıkrasında encümenin görev ve yetkileri arasında “stratejik plan ve yıllık çalışma programı ile bütçe ve kesin hesabı inceleyip belediye meclisine görüş bildirmek” sayılmıştır. Bu kapsamda belediye encümeni belediyenin genel karar organı olan meclise görüş bildirme görevinin verildiği anlaşılmaktadır. Belediyenin karar organı olan meclisin görev ve yetkileri arasında “stratejik plan ile yatırım ve çalışma programlarını, belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini görüşmek ve kabul etmek” yer almaktadır.

Stratejik plan ve performans planının hazırlanması ve onaylanmasına ilişkin sürecin nasıl olacağı yasanın stratejik plan ve performans planı başlıklı 41. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre “belediye başkanı, mahalli idareler genel seçimlerinden itibaren altı ay içinde; kalkınma planı ve programı ile varsa bölge planına uygun olarak stratejik plan ve ilgili olduğu yılbaşından önce de yıllık performans planı hazırlayıp belediye meclisine sunar. Stratejik plan, varsa üniversiteler ve meslek odaları ile konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak hazırlanır ve belediye meclisi tarafından kabul edildikten sonra yürürlüğe girer. Nüfusu 50.000’in altında olan belediyelerde stratejik plan yapılması zorunlu değildir. Stratejik plan ve performans planı bütçenin hazırlanmasına esas teşkil eder ve belediye meclisinde bütçeden önce görüşülerek kabul edilir” denilmektedir.

5393 sayılı Belediye Yasası’nda stratejik plana ve performans hedeflerine değinilen bir başka hüküm faaliyet raporu başlıklı 56. maddedir. Maddeye göre, belediye başkanı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen biçimde; stratejik plan ve performans programına göre yürütülen faaliyetleri, belirlenmiş performans ölçütlerine göre hedef ve gerçekleşme durumu ile meydana gelen sapmaların nedenlerini ve belediye borçlarının durumunu açıklayan faaliyet raporunu hazırlar. Faaliyet raporunda, bağlı kuruluş ve işletmeler ile belediye ortaklıklarına ilişkin söz konusu bilgi ve değerlendirmelere de yer verilir. Faaliyet raporu nisan ayı toplantısında belediye başkanı tarafından meclise sunulur. Raporun bir örneği İçişleri Bakanlığına gönderilir ve kamuoyuna açıklanır.

Belediye Yasasında belediye bütçesi ile stratejik plan arasında doğrudan bağ da kurulmuştur. Buna göre “belediye bütçesi” başlıklı 61. maddesinde “belediyenin stratejik planına ve performans programına uygun olarak hazırlanan bütçe, belediyenin mali yıl ve izleyen iki yıl içindeki gelir ve gider tahminlerini gösterir, gelirlerin toplanmasına ve harcamaların yapılmasına izin verir” denilmektedir.

Belediye Yasasının Geçici 4. maddesi ise belediyelerin hazırlamakla yükümlü bulundukları stratejik planların ne zaman hazırlanacaklarına ilişkindir. Buna göre, stratejik planlar “41 inci maddede öngörülen stratejik plân, Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içinde hazırlanır” Yasa’nın Geçici maddesinde de açıkça anlaşıldığı üzere belediyeler yürürlükten itibaren bir yıl içinde stratejik plan hazırlamakla yükümlü kılınmıştır.

Stratejik planla kamu hizmetlerinin karşılanmasında ölçülebilirliğe ilişkin kıstasların getirilmesi öngörülmektedir. Bu ölçülebilirlik ilkesinin en somut göstergelerinin de Ankara’nın 2020 yılına kadar geleceğini belirleyecek olan Ankara Su Master Planı’na uyumlu olması yolundan geçmektedir. Oysa bugünkü su krizi açıkça göstermektedir k, bu doğrultuda planlama çalışmasının aynı zamanda kamu hizmeti gereklerinin planlı bir şekilde soyutlanması gerekirken Büyükşehir Belediyesi yönetim anlayışından kaynaklı eksikliklerin ve plansızlığın zararının Ankara’lı üzerinde bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Tüm planlama süreçleri ve stratejik hedeflere yol gösteren söz konusu yasa değişikliği ile DSİ’nin mali yapısı ile de oynandığı gerçeğiyle önümüzdeki dönemde yaşanacak sıkıntıların habercisi olması muhtemel etkileri göz ardı edilmemelidir.

10.12.2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile DSİ’nin mali sistemi katma bütçeli kurum statüsünden genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri statüsüne taşınmıştır. Bu değişikliğin sonrasında 29.10.2005 tarihinde 5428 sayılı ikinci bir yasa değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 163.üncü maddesinde yer alan “Genel ve Katma Bütçelerle” ibaresi, yapılan değişiklikle uluslararası standartlar ve Avrupa Birliği müktesebatına uygun olarak tanımlanan yeni bütçe kapsamına uyum sağlanacağı gerekçesiyle “Merkezi Yönetim Bütçesiyle” şeklinde değiştirilerek 5018 sayılı Yasa değişikliğine Anayasal bir çerçeve kazandırılmıştır.

Keza 1062 sayılı Yasa’nın 10. maddesindeki nüfusu yüzbini aşan şehirlerin içme, kullanma ve endüstri suyunun temininin DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilen yetki, 18/4/2007 tarih ve 5625 sayılı Yasa’nın 3. maddesi ile getirilen değişiklik ile belediye teşkilâtı olan yerleşim yerlerinin içme, kullanma ve endüstri suyunun temini çeklinde değiştirilerek DSİ’nin görev alanı 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre merkez nüfusları yüzbini aşan 55 yerleşim yerinden, tüm belediye teşkilâtı olan yerleşim yerlerini kapsar şekilde olağanüstü genişletilmiştir.

18/4/2007 tarih ve 5625 sayılı Yasa ile getirilen değişiklik, 5018 Yasa ile 5428 sayılı Yasa ile getirilen Anayasa değişikliği ile birlikte düşünüldüğünde görev alanı olağanüstü genişletilen DSİ’nin genel ve katma bütçeden merkezi yönetim bütçesine geçirilmesi ile tüzel kişiliğinin zayıflatıldığı, yatırım imkanlarının buna bağlı olarak sınırlandırılması önümüzdeki dönemde yaşanacak sıkıntıları adeta müjdelemektedir. DSİ, söz konusu değişikliklerle yatırım imkânlarından uzaklaştırılarak danışma kurumu haline getirilmeye çalışılmakta ve su ile yetkilerinin elinden alınarak tasfiye edilmesi düşüncesine altlık hazırlanmaktadır.

BAŞKENT ANKARA’YI SUYA HASRET BIRAKAN ANLAYIŞIN HUKUKİ ve CEZAİ SORUMLULUĞUNUN YASAL DAYANAKLARI

ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI HAKKINDA CUMHURİYET BAŞSAVCILIKLARI ARACILIĞI İLE SORUŞTURMA BAŞLATILMASI MÜMKÜNDÜR. 

Bugün itibariyle yaşanan krizin sorumlusu olarak gözüken Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın kanun ile kendisine yüklenmiş olan görevinin gereklerine aykırı hareket etmek ve görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine ve kamunun zararına yol açmak suretiyle başta TCK m. 257/1, 2 olmak üzere sorumluluğu söz konusu olabilecektir. Cumhuriyet başsavcılıklarının re’sen ya da kendilerine ulaştırılacak ihbarlarla Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı hakkında gerekli kovuşturmanın yapılması için soruşturma başlatılabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesi devletin nitelikleri arasında “hukuk devleti” ilkesini saymaktadır. Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Bu ilkelerin bir sonucu olarak, idare ve idarenin ajanları hukuka uygun hareket etmek ve gerçekleştirdikleri işlem veya eylemlerinin denetlenerek hesabını vermekle yükümlüdür.

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 38. maddesi uyarınca Belediye başkanının,

a) Belediye teşkilatının en üst amiri olarak belediye teşkilatını sevk ve idare etmek, belediyenin hak ve menfaatlerini korumak,

b) Belediyeyi stratejik plana uygun olarak yönetmek, belediye idaresinin kurumsal stratejilerini oluşturmak, bu stratejilere uygun olarak bütçeyi, belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini hazırlamak ve uygulamak, izlemek ve değerlendirmek, bunlarla ilgili raporları meclise sunmak, görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.

Ayrıca, aynı Kanun’un 15. maddesi uyarınca da;

a) Belde sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak,

e) Müktesep haklar saklı kalmak üzere; içme, kullanma ve endüstri suyu sağlamak; atık su ve yağmur suyunun uzaklaştırılmasını sağlamak; bunlar için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek; kaynak sularını işletmek veya işlettirmek Belediyelerin görevleri arasındadır.

Yukarıda aktarıldığı anlatıldığı üzere, son on üç yıldır kesintisiz bir şekilde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yürüten Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın, Belediye Kanunu’nda kendisine yüklenen görev gereklerini yerine getirmeyerek, Ankara’nın yaşayacağı su sorununa ilişkin tüm resmi uyarılara rağmen gerekli önlemleri almamış, kentin uzun bir süre susuz kalmasına neden olmuş, bu susuzluğun giderilmesi sırasında yine gerekli önlemleri almayarak boruların patlaması nedeniyle su kesintisinin uzamasına neden olmuş, ardından da kamuoyu, DSİ raporları ile sabit riskli Kızılırmak suyunu yine tüm önerilere rağmen kente getirme çalışmalarını devam ettirerek hem milyonlarca kişinin mağdur olmasına hem de kamu zararına neden olmuş; bu işlem ve eylemlerinin hesabını vermek noktasında ise kendisine yöneltilen tüm soru ve eleştirilere, “Allah’ın bu kadar afet vereceğini öngöremedik”, “Her şey Allah’ın işi, Allah’a yalvarın”, “Halkımızdan istirhamım üç gün banyo yapıyorsanız iki gün yapın bir gün başınızı yıkayın.”, “Ankara’da nüfus ne kadar az olursa su sıkıntısı o kadar rahat çözülür. Bu 2-3 ay içinde vatandaşlarımız diğer şehirlere giderek anne ve babalarını ziyaret etseler iyi olur. Ankara boşalır. Böylece su tasarrufu yapılır.”, “Tek çözüm Rabbimin yağmur vermesi, kar vermesi” sureti ile adeta basiretli bir yönetim anlayışını alt üst etmesi sebebiyle keyfi ve sorumsuz idari anlayışı dolayısıyla kanun ile kendisine yüklenmiş olan görevinin gereklerine aykırı hareket etmek ve görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine ve kamunun zararına yol açması sebebiyle başta TCK m. 257/1, 2 olmak üzere Türk Ceza Kanunu hükümleri doğrultusunda hakkında Cumhuriyet Savcılarınca soruşturma başlatılabilir.

İÇİŞLERİ BAKANI’NIN ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BAŞKANI’NI GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMASI MEVZUATA UYGUNDUR.  

Anayasanın 127. maddesinde, mahalli idareler, il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileri olarak tanımlanmıştır.

Yine Anayasa’nın 127.maddesi uyarınca; belediye başkanlarının görevleriyle ilgili olarak işledikleri bir suç sebebiyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılması halinde, görevleri başında kalmalarının sakıncalı görülmesi sebebiyle İçişleri Bakanı tarafından geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmaları mümkündür. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun görevden uzaklaştırma başlıklı 47. maddesinde görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabileceği belirtilmektedir.

Ancak Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrası ile “…memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır…” hükmünü getirmektedir.  Anılan hükümler doğrultusunda, belediyelerin seçilmiş organlarının veya bu organların üyelerinin İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilmeleri görevleri ile ilgili bir suçtan dolayı haklarında soruşturma veya kovuşturma açılmış olmasına şartına bağlı olduğu, görev sırasında işlenen ancak görevle ilgili bulunmayan suçlar söz konusu kapsam dışında tutulduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa hükümleri ve diğer kanunlarda yer alan hükümlerden, İçişleri Bakanına, Anayasanın 127. maddesinde yer alan merkezi idarenin mahalli idareler üzerindeki “idari vesayet” yetkisinden kaynaklanan görevden uzaklaştırma konusunda geniş bir takdir hakkı tanındığı görülmektedir. Ancak söz konusu yetki münhasıran İçişleri Bakanına tanınan, devredilemez bir yetki olup, mutlak ve sınırsız bir yetki değildir. Söz konusu yetkinin, kanunun amacına ve hizmet gereklerine uygun olması gerekli olup, görevden uzaklaştırma önlemine başvurmadan önce elde edilecek somut delillerin değerlendirilmesi suretiyle yapılan şikayet ve ihbarların doğruluk derecesini saptanması ve bu hususun kamu hizmetine doğrudan olumsuz etkilerinin ortaya konulmasının gerekliliği açıktır.

Danıştay, İçişleri Bakanının takdir yetkisinin kanunun amacına ve hizmet gereklerine uygun olup olmadığı konusundaki yargı denetimi kapsamında verdiği değişik tarihli birçok kararında; belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması işlemlerinin somut belge ve delillere dayandırılmadığı gerekçesiyle iptali yoluna gitmekte, görevleri ile ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma ve kovuşturma açılan belediye başkanları ve organlarının üyelerinin İçişleri Bakanı tarafından geçici bir tedbir olarak kesin hükme kadar görevden uzaklaştırılabilmeleri için suçlamanın ciddi kanıtlara dayanması, ileri sürülen savların önem ve ağırlığı ile soruşturma ve kovuşturmanın sağlıklı bir şekilde incelenip sonuçlandırılabilmesi için ilgilinin görevde kalmasının sakıncalı olması gerektiği kıstaslarının gerçekleşmesi şartlarını aramaktadır. Söz konusu şartların sağlanmadan görevden uzaklaştırma yetkisinin ağır hizmet kusuru olduğu da düşünüldüğünde, bu güne kadar İçişleri Bakanlarının bu yetkilerini sınırlı şekilde kullandıkları görülmektedir.

Anayasal dayanağı 129. maddesinin beşinci fıkrasındaki “…Memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır…” hükmünden alan 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna göre başlatılan bir ön inceleme aşamasında da mahalli idarelerin seçilmiş organlarının görevden alınması hususundaki İçişleri Bakanı yetkisini, idari vesayet yetkisi olarak değerlendirmek gerektiği görüşü kabul görmektedir.

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 7. maddesi ile soruşturma öncesindeki ön inceleme safhası için 30 günlük bir süre öngörülmüş, ancak bu süre yeterli olmaz ise bir defaya mahsus 15 günlük ek süre tanınabileceği belirtilmiştir. Yetkili merciin, soruşturma izni verilmesi yada verilmemesi yönündeki kararına karşı ise ilgililere 9. madde hükmü ile 10 günlük süre içerisinde itiraz hakkı tanınmış, bu karara karışı ilgilinin itiraz etmesi halinde de, itirazı neticelendirmekle görevli ve yetkili mahkemelerin (3) aylık süre içerisinde karar vermesinin gerekliliği belirtilmiştir. Eğer ön inceleme soruşturmanın bir aşaması sayılmaz ise, anılan süreler içerisinde delillerin yok edilmesi ve karartılması mümkün olabileceği gibi, suçlamanın ciddi kanıtlara dayanması, ileri sürülen savların önem ve ağırlığı ile soruşturma ve kovuşturmanın sağlıklı bir şekilde incelenip sonuçlandırılabilmesi için ilgilinin görevden alınması için adli soruşturma ve kovuşturma aşamasını beklemek kamu vicdanım da rahatsız edebileceği gerçeği ile İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırması yetkisinin kullanılması kamu vicdanı açısından yerinde bir davranış olduğuna inanılmaktadır.

Mülkiye Başmüfettişleri M.Uğur KILIÇ ve Serdar İĞDELER’in 2000 senesinde  İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na sundukları İnceleme ve Araştırma Raporunda da açıkça belirtildiği üzere; 4483 sayılı kanunla getirilen “ön inceleme” kavramının ön inceleme aşamasında  görevlendirilenlerin ifade almak, bilgi ve belge toplamak ve 4483 sayılı kanunda yazılı bulunmayan hallerde Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) hükümlerine göre işlem yapılmak gibi hususları kapsaması nedeniyle soruşturma ve kovuşturmanın bir aşaması olarak kabul edilmesi gerektiğinin açık olduğu; memur ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçların incelenmesi ve araştırılması sonucunda yetkili mercilere, ilgililer hakkında Cumhuriyet Başsavcıları hazırlık soruşturması yapılmasına izin verilmesi yada verilmemesine ilişkin karara dayanak teşkil ettiği kanısına varıldığı, Anayasa’nın 127. maddesi hükmü gereğince, görevleri ile ilgili bir suç sebebiyle hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerinin, geçici bir tedbir olarak kesin hükme görevden uzaklaştırabileceği yetkisinin, yerleşik yargı içtihatlarına göre suçlamanın somut verilere dayanması, ileri sürülen iddiaların önem ve ağırlığı ile soruşturma ve kovuşturmanın sağlıklı bir şekilde incelenip sonuçlandırılabilmesinin temini açısından İçişleri Bakam tarafından, 4483 sayılı kanun gereğince yapılan ön inceleme sırasında da kullanılabileceği kanısına varıldığı belirtilmektedir.

Belediye Başkanlarının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olmaması ve memur sayılmamaları nedeniyle haklarında disiplin soruşturması açılamayacağı ve dolayısıyla disiplin suçu sayılan bir eylem nedeniyle görevden uzaklaştırılmaları hususu da mer’i mevzuat hükümleri uyarınca mümkün değildir.

Mevzuat uyarınca Ankara’da yaşanan kriz ile ilgili olarak İçişleri Bakanlığı tarafından Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı hakkında ön inceleme başlatılmış olması, ön inceleme sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı İçişleri Bakanı tarafından hakkında kovuşturma izni verilmiş olması, soruşturma izninin verilmiş olması halinde Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı hakkında savcılıkça soruşturma başlatılmış olması ve savcılık soruşturması sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı hakkında dava açılmış olması gibi durumlarda Bakan tarafından görevden uzaklaştırma yetkisinin her zaman kullanılabilmesi mümkündür.

ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE MECLİSİ’NİN BELEDİYE BAŞKANI ÜZERİNDEKİ DENETİM YETKİSİ UYARINCA, ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANININ GÖREVİNDEN UZAKLAŞTIRILMASI YA DA ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANININ BAŞKANLIĞI’NIN DANIŞTAY KARARI İLE DÜŞÜRÜLMESİ OLANAKLIDIR. 

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun meclisin bilgi edinme ve denetim yolları başlıklı 26. maddesinde; Belediye meclisi, bilgi edinme ve denetim yetkisini faaliyet raporunu değerlendirme, denetim komisyonu, soru, genel görüşme ve gensoru yoluyla kullanacağı belirtilmektedir.

Keza aynı maddenin ikinci fıkrasında kamuoyu belediye meclis üyelerine denetimi imkânı da tanınmıştır. Fıkra hükmüne göre meclis üyeleri, meclis başkanlığına önerge vererek belediye işleriyle ilgili konularda sözlü veya yazılı soru sorabilir. Soru, belediye başkanı veya görevlendireceği kişi tarafından sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak zorundadır. Yine üçüncü fıkra hükmü ile de meclis üyelerinin en az üçte birinin, meclis başkanlığına istekte bulunarak, belediyenin işleriyle ilgili bir konuda genel görüşme açılmasını isteyebileceği, bu isteğin meclis tarafından kabul edildiği takdirde gündeme alınacağı belirtilmektedir.

26. maddenin 4. fıkrası hükmü ile de Belediye başkanınca meclise sunulan bir önceki yıla ait faaliyet raporundaki açıklamalar, meclis üye tam sayısının dörtte üç çoğunluğuyla yeterli görülmezse, yetersizlik kararıyla görüşmeleri kapsayan tutanak, meclis başkan vekili tarafından mahallin mülkî idare amirine gönderileceği, Vali’nin de, dosyayı gerekçeli görüşüyle birlikte Danıştaya göndereceği belirtilmektedir. Böylelikle yetersizlik kararının, Danıştay’ca uygun görüldüğü takdirde belediye başkanının, başkanlığının düşeceği ifade edilmektedir.

Yine aynı maddenin yedinci fıkrası ile, meclis üye tam sayısının en az üçte biri oranındaki üyenin imzasıyla belediye başkanı hakkında gensoru önergesi verilebileceği, gensoru önergesinin, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu ile gündeme alınarak 4. fıkra hükmüne uygun olarak işlem yapılabileceği belirtilmektedir.

Böylelikle Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın Ankara’da yaşanan su krizi ile ilgili olarak Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin denetimi ile Büyükşehir Belediyesi Başkanlığından uzaklaştırılması ya da Danıştay kararı ile Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’nın düşürülmesi mümkündür.

ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI’NA KARŞI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVALARININ AÇILMASI MÜMKÜNDÜR. 

İdare Hukuku’nun önemli isimlerinden Sıddık Sami ONAR’ın tanımı ile kamu hizmeti; “Devlet veya diğer amme hükmî şahısları tarafından veya bunların gözetimi ve denetimi altında umumî ve kollektif ihtiyaçları karşılamak ve tatmin etmek, kamu yararını sağlamak için icra edilen ve umuma arz edilmiş bulunan devamlı ve muntazam faaliyetler.” olarak tanımlanmaktadır.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere kamu hizmetinin en önemli özellikleri, kamu yararını sağlamak üzere icra edilmek sureti ile umuma arz edilmesi ve süreklilik halinin muhafazasıdır. Kamu hizmetlerinin tümünde gözlenen ortak ve genel niteliklerden sürekli (kesintisiz) ve düzenli ifa şartı, kamu hizmetinin olmazsa olmazlarındandır.

Keza kamu hizmeti değişkendir, yani gelişen toplum ihtiyaçlarına ve teknolojik verilere kendini uydurmak zorundadır. Zira, bir faaliyetin kamu hizmeti olarak adlandırılması, bireylerin ve topluluklarının o konudaki ihtiyaçlarını en iyi ve uygun biçimde karşılamak amacına yöneliktir. Bu itibarla, kamu yararının sağlanmasının en önemli aracı olan kamu hizmetinin örgütlenmesinde ve işleyişinde idari makamlarca yeni yöntemlere araç ve gereçlere, düzenlemeler derhal hayata geçirilebilir nitelikte bir planlama anlayışını zorunlu kılar.

İnsan için temel ihtiyaçlarının karşılanması ve bu temel ihtiyaçlarla birlikte günlük yaşamdaki alışkanlıkların sürdürebilmesinin sağlanması önemlidir.

Ankara Büyükşehir Belediyesi kararıyla Ağustos başında iki günlük sürelerle kesileceği açıklanan ancak kimi semtlerde yaklaşık 10 kimi semtlerde ise 17 güne varan kesintilerin su kesintilerinin planlama esaslarına aykırı olduğu birçok raporda ve yetkili makamlarca dile getirilen görüşlerde açıkça ifade edildiği görülmektedir. Yine belirli bir süre sonra borulara pompalanan suyun, borularda yaşanan patlamalar ile tüketicilere ulaşamaması nedenin teknik ve beklenen bir arıza olmadığı, ASKİ teknik elemanlarının, 2002 yılında İvedik ile P18 pompa istasyonu arasında meydana gelen 4 arıza üzerine düzenledikleri tutanaklarda Ankara’nın batı ve güneybatı kesimini besleyen ana hatta, “kılcal çatlaklar” bulunduğunu rapor ettiği gerçeği ile yaptıkları uyarıların dikkate alınmamasında Belediye yönetiminin hizmet kusurunun varlığı basında çıkan haberlerde sıklıkla dile getirilmektedir.

Bu durumda Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen ve kamu yararının gerçekleşmesine yönelik yürütülen kamu hizmetlerinin sürekliliği esaslarına uyulmaması, hizmetin sürekliliğinin  hizmet kusuru ile aksatılması hallerinde, Belediye’nin hizmet kusurunun varlığından söz edilebilir.

Söz konusu su kesintileri sebebiyle endişe ve kaygı hali yükselen, çeşitli ruhsal sıkıntı ve bunalımlar geçiren insanlar, Ankara Büyükşehir Belediyesi hakkında, manevi zarara uğradıkları iddiasıyla manevi tazminat davası açabilirler.

Yine söz konusu kesintiler sebebiyle maddi zarara uğrayan kesimler, kesintiler ile uğradıkları zarar arasındaki illiyeti kurarak maddi tazminat taleplerini de Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na yöneltebilirler.

Keza Belediye Yasası gereği Büyükşehir Belediyesi’nin sevk ve idaresinden sorumlu Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın ve kuruluş kanunundan aldığı yetki ile Ankara’nın su yönetiminin idari muhatabı ASKİ Yöneticilerinin kusuru olduğu iddiası ile açılacak tazminat davaları, ilgili şahısların kendilerine de yöneltilebilir.

KAYNAKLAR

– Nermin FENMEN/Levent TOSUN, Gökçek Ankara’yı Nasıl Susuz Bıraktı? Radikal Gazetesi 10.08.2007
– Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami ONAR, İdare Hukukunun Umumi Esasları; İstanbul, 1952.
– M.Uğur KILIÇ ve Serdar İĞDELER; İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na sundukları İnceleme ve Araştırma Raporu, 2000
– http://www.ekolojistler.org HABER PORTALI 15.08.2007