Nükleer Dünya Batıyor Seyreden Bile Yok : Bir Tartışmanın Ekonomi Politiği
12 Haziran Seçimlerinden hemen önce pek çok çevre örgütü, seçime girecek siyasi partilerin ekoloji politikalarını etkilemek amacıyla açıklamalar yaptı. Siyasi partilerin ekolojiye duyarlılıklarını arttırmayı, onlar üzerinde toplumsal bir baskı kurmayı hedefleyen bu çabalar içinde Greenpeace’in nükleer santrallerle ilgili yaptığı anket dikkat çekiciydi. Ankete katılanların yüzde 64 gibi bir oranı Türkiye’de nükleer santral istemiyordu. Bu rakam öylesine abartıldı ki, bunun genel bir eğilim olduğu yanılsaması üzerinden siyaset üretilmeye başlandı. Hatta seçim arifesinde “nükleer santrallere hayır” diyemeyen Kemal Kılıçdaroğlu, “nükleer santraller konusunda referanduma gideceğiz, halkımız ne derse o olacak” dedi. Kendisinin bu konuda ne dediğini, partisinin ne dediğini ise öğrenmek mümkün olmadı. Sadece yeşil kapitalizme övgü niteliğindeki “İklim Değişikliği Raporu”nda, “temiz enerjiye” (her ne demekse) vurgu yaptıklarıyla kaldılar.
Bu tartışmaların iki boyutu vardı. Bunlardan birincisi nükleer karşıtı mücadelenin politik sözünün ne olacağı, bu sözün örgütlenmesinin nasıl inşa edileceğidir. Yıllardır, nükleer karşıtı platform içinde faaliyet gösteren ve nükleer karşıtı mücadeleye farklı bakan örgütler vardı. Ama ilk kez, nükleer karşıtı mücadelede örgüt ve politik söz bu kadar önemli hale gelmişti. Özellikle Mersin Nükleer Karşıtı Platformun, antidemokratik ve sağcı bir tarzda yürütülmesinden duyulan rahatsızlık, pek çok örgütü de buradaki çalışmadan kopartmıştı. Bloktan bağımsız Mersin milletvekili adayı olan Ertuğrul Kürkçü’nün Silifke’deki nükleer karşıtı mitingde konuşturulmaması, Mersin NKP sekretaryasını pek de ilgilendirmiyordu. Temel hakların referandum konusu yapılması, muhalifler için bir “özgüven sorunu” olarak açığa çıkıyordu. Ne de olsa önümüzde bir İtalya örneği vardı ve İtalya’da halkın yüzde 95’i mayıs sonunda nükleer santrallerin kurulmasına hayır demişti. Nükleer santrallerle ilgili anket yapılması, seçime endeksli bir baskı aracı olarak dolaylı biçimde yaşam hakkının referandum konusu haline getirilmesine ilişkin tepkiler, internet üzerinde de sürdü. Yapılan tüm bu tartışmaları da sorgulama ve derli toplu bir yanıt üretme ihtiyacı doğdu. İşte sorular, sorunlar ve yanıtlarımız.
Doğaya Zarar Vermeyen Enerji Üretimi Olur mu? Böyle Bir Durumda Her Türlü Enerji Üretimine Karşı Çıkmamız mı Gerekiyor?
Bu soru ve önerme her nedense nükleer karşıtı cephede sıkça dillendirilir oldu. Eğer doğaya zarar vermeyen enerji üretim biçimi yoksa neden yıllarca “rüzgar güneş bize yeter” sloganını attırdıklarını sormak gerekir. Ancak, İstanbul’daki son NKP eyleminin adı, “nükleer santrallere ve doğaya zarar veren enerji sistemlerine karşı Kadıköy Meydanı’na” idi de bir nebze olsun bu “alternatif enerji” şiarından kurtulduk. Demem o ki nükleer santral olmasın da yenilenebilir enerji olsun konusunda hepimiz hiçbir zaman mutabık olmadık. Çünkü bu eleştiriyi getiren arkadaşlar temel olarak meseleyi, sadece enerji üzerinden tartışmıyor. Kapitalizmin tüketim kalıpları içinde ister güneş ile ister rüzgâr ile üretin, kapitalist üretimin ve tüketimin enerji oburluğunu gideremezsiniz. Bize sürekli enerji ihtiyacından bahseder dururlar. Bu nedenle de bu enerji oburluğunu körükleyen kapitalizmin üretim ve tüketim tarzının eleştirisi ile birlikte alternatifleri tartışmak mümkün olabilir. Yoksa hem alışveriş merkezleri olsun hem üçüncü köprü olsun hem her gün milyarlarca dolarlık silah üretilsin hem de enerjimizi güneşten rüzgardan ya da derelerden üretelim..Var mı böyle bir gerçeklik.!!. Nükleer karşıtları, savaş karşıtı, anti kapitalist ve anti militarist olmadan bu soruya sahici bir yanıt veremezler. Bizi asıl birleştirecek olan da bu savaş karşıtı, anti kapitalist, anti militarist duruştur. Alternatif enerji kaynakları konusunda ortak bir tavır takınmadığımızı da her toplantıda dilendirdik. Ki bu “alternatifçi, rüzgarcı, güneşçi” masal 1993 yılından beri farklı veçheleriyle hep nükleer karşıtı aleme dalar çıkar. Benim yaşım bu yıla kadar gidiyor en azından. Bunun dışında somut olarak, peki enerjimizi nasıl karşılayacağız sorusu geliyor önümüze. İlk elden yapılması gerekenler arasında, enerji de devrim gerekiyor deniyor, peki bunun için neden şunu söylemiyoruz: Savaş için ayrılan bütçeyi durdurun. Silah üretmeyin. AVM kurmayın, üçüncü köprü yapmayın, çiftçilerin doğal tarım üretimini destekleyin, kıtalararası ticaret yerine bölge ölçekli ekonomiyi destekleyin, merkezi enerji sistemini demokratikleştirin, mahallelerden başlayarak enerjide kendi kendine yeterliliği ölçek olarak sahiplenin. Bunları söylemediğinizde, referandumla nükleer santral propangandası Türkiye’de nükleer karşıtı harekete zarar verir. Yıllar önce, 1997 yılında Ankara’da bir NKP toplantısında, farklı uçları nükleer karşıtı hareketin içinde tutmak için çabalayanlar, aynı nazik ve toparlayıcı bir tarzı sürdürmelidir. Bu hareketin içinde ismi olmayan onlarca militan var. Ama bu nükleer karşıtı hareketin bir medya şovuna dönüştürülmesi, sahici bir siyaset biçimi almaması hepimizi endişelendiriyor.
Nükleer karşıtlığı öyle basitçe bir enerji seçim meselesi olmaktan çıkmıştır. Eğer konjonktürden bahsediyorsak, bu somut durumu doğru görmemiz gerekiyor. Bu durum içinde Türkiye’de nükleer karşıtları kapitalist bloklaşmanın şu ya da bu cephesini tutarak değil, ekolojik ve savaşsız bir dünya isteyerek bu kez nükleer santralleri durdurabilir. Alternatif enerji kaynaklarımız var efendim, onlarla üretin hikayesini bu kez kimse dinlemez. Öncelikle de o derdimizi anlasınlar diye beklediğimiz egemen bloğun efendileri sermaye ve devlet cephesi bu masala inanmaz. Ya bu süreçte antikapitalist bir duruş, savaş karşıtı bir duruş sergilenecek ya da bu anaforun içinde rüzgar mı daha temiz, güneş mi yoksa su ile mi üretim yapalım hikayesine kuyruğu kaptıracağız. “Temiz Enerji” masalı ortaklaştığımız politik bir hat olmadığı için, lütfen bu konuda ortaklaşıyoruz diye söze başlamayalım.
Nükleer Karşıtları, Nükleer Santraller ve Yenilenebilir Enerji Sorununa Nasıl Yaklaşmalıdır?
Öncelikli olarak nükleer karşıtları olarak, anlaştığımız nokta nükleer santrallere karşı olduğumuzdur. Anlaşmadığımız nokta ise, nükleere karşı hepimizin temiz veya yenilenebilir enerjileri önerdiğine dair mutabakatımız olduğu iddiasıdır. Böyle bir mutabakat olamaz. Çünkü nükleer santrallere karşı olan anti militarist, anti kapitalist, ekolojist-sosyalist, savaş karşıtı, anarko sendikalist, anarşist bir cenah, bu tartışmayı kapitalist üretim ve tüketim tarzı ekseninde yapılması gerektiğini vurguluyor. Basitçe bir enerjinin hangi kaynaktan üretileceği meselesine indirgemiyor. Çünkü egemenlerin, “daha çok enerjiye ihtiyacımız var” iddiasına bu ihtiyaç bizim değil; sizin kirli sanayilerinizin, üretim oburluğunuzun, savaş ve silah sanayinizin ihtiyacı, diye yanıt veriyor. Bu sözümüze yanıt olarak ise, “peki bilgisayar kullanmayın; peki buzdolabı kullanmayın” gibi bireysel tüketimlerimizden feragat etmemiz gerektiğine yönelik bir düzeyden yanıt veriyorlar. Ama gündelik yaşam alışkanlıklarımızı ne kadar aşağıya çekersek çekelim, bugün ilk elden yapılması gerekenin makro tüketim ve üretim alışkanlıklarında bir dönüşümü zorunlu kıldığının altını çizmeye çalışıyoruz. Bu alışkanlıklara hiç bir enerji dayanmaz. Silah üreten bir uygarlığın, savaşa milyarlarca dolar yatıran hükümetlerin enerji açığını rüzgar ve güneş ile kapatamazsınız, diyoruz. Bu nedenle de nükleere, alternatif önermek için alternatif bir üretim ve tüketim sistemi önermek zorundasın, diyoruz. HES, güneş, rüzgar önererek bu soruna çözüm bulamazsınız, taca atarsınız topu diyoruz.
Ama hayır, biz alternatiflerde anlaşıyormuşuz gibi sürekli yenilenebilir enerji kaynaklarına vurgu yapıyorlar. Bu konuda mutabık değiliz. Buna rağmen nükleer karşıtı harekete, tek biçim bir siyaset dayatılmasını eleştiriyoruz. Yani şu buna bunu dedi, bu buna şunu dedi olarak görülmemeli, bugün eğer nükleer karşıtları olarak, anti kapitalist ve savaş karşıtı bir dil üzerinde mutabakat sağlayamazsak, bu konuda siyasetimizi güçlendiremezsek emin olalım bu santrali kurmaları için tüm nesnel koşullar hazır.
Nükleer Enerji İstemiyorum Demek, Enerji İstemiyorum Anlamına Gelir mi? Ama O Zaman da, “Arabaya Binmiyor musun, Elektrik Kullanmıyor musun” Gibi Sorulara Ne Yanıt Vermek Gerekir?
Günlük hayatımızda enerjiyi en etkin ve en az kullanacağımız modelleri hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bu konuda bir tereddüt yok. Hatta ben ülke içinde seyahat ettiğimde uçağa dahi binmiyorum. Karbon emisyonları nedeniyle. Ama çözümün bu olmadığını da bildiğim için, bunu politikanın gündemi haline de getirmiyorum. Bu gündelik olanla, siyasal olan arasında öyle bir uçurum örülüyor ki efendim bu kapitalizm vurgusu çok hayalperest söylemlermiş..falan filan..Ama çok iyi biliyorum ki bu arkadaşlar vızır vızır uçakla seyahat etmekten de geri durmuyorlar. Bu nasıl oluyor, ben de bunu anlamıyorum. Gündelik hayatlarında bunlara dikkat etmeyeceksin, ama bunu siyasal bir tavır olarak önümüze süreceksin. Ama hayır, sadece günlük tüketim alışkanlıklarımızı değiştirerek bu sorunun altından kalkamayız; ama gündelik hayatlarımızı da en az enerji harcamaya yönelik kurgulayalım, bunu hayata geçirelim diyenlere de burun kıvrılacak. Tohumdan tarlaya, oradan sofraya kadar alışveriş merkezleri yerine yerel pazarları tercih eden bizler asla bunun politik olarak birincil anlamda kıymetli ve asli anlamda örgütlenmesi gereken bir mesele olarak önümüze almadık, ama “Ekoloji Kolektifi” her bireyine bu konuda etkin bir iç hukuk vermeye çalışıyor. Ama şimdi diyebilir miyiz, file ile alışveriş yapılmadığı, tasarruflu lambalar kullanılmadığı için nükleer santral yapılıyor diye. Hayır diyemeyiz..Bunlarla olmaz, olamaz..Ama hatta kredi kartı kullanmadan, başka alış veriş sistemleri için düşünmekten de kendimizi alıkoymuyoruz, geleceğin dünyasını bugünden kurgulamalı ve hayata geçirecek jimnastikler yapmalıyız, ama bunu yaparken de geleceğin toplumunu işaret etmek zorundayız. Enerjinin mülkiyet konusu olmadığı, demokratik ve bölge ölçekli olduğu, dayanışmacı esaslarla üretildiği, kolektifleştirildiği, doğaya zarar vermeyen üretim biçimlerine tabi olduğu sistemleri önümüze koymalıyız..Bu nedenle, bu türden sorulara bir yanıtım var, enerjiyi tüketmek değil; yeniden doğaya kazandıracak biçimde yaşamak için çabalamalıyız..Biz enerjiyi, doğaya yeniden, doğanın kendini üretebileceği biçimde geri verebilmeliyiz..Bu sordukları sorunun bir yanıtı şu değil mi, o halde kapitalizm içinde yaşamayalım..Var mı böyle bir dünya? Önemli olan kapitalizmi aşacak pratikler için çaba sarf ediyor muyuz? Sorulan bu sorunun mantıki bir diğer sonucu şudur, madem kapitalizmden rahatsızsınız, para kullanmayın..Tam da bu soru kapitalizmden rahatsız olmama karşı sorulmuş bir soru olmadığı gibi, enerjinin üretilme tarzından duyduğum rahatsızlığın sorusu da bu soru değildir. Çünkü bir soru değildir ortada duran, soru şudur, madem rahatsızsınız bu konuda ne yapıyorsunuz? Soru budur. Ama sizin rahatsızlığınıza bir yanıt veriliyor. Yanıt olarak da şu çözüm sunuluyor, deniliyor ki, kardeşim rahatsız olan enerji kullanmasın. Bu aslında tam da ya sev ya terket demekle eş değerdir. Suyun satılmasını istemiyorum, önermesine su içme demek gibidir. Evet enerji üretim sisteminden rahatsızım ve bunun sebebinin kapitalizm olduğunu biliyorum. Bu nedenle hem gündelik hayatımı düzenlemeye çalışıyorum ama esas olarak da kapitalist ilişkileri nasıl aşacağımıza yönelik toplumsal bir örgütlenme yapıyorum.
Tam da bu tartışmayı bağlarken Mustafa Cevdet Aslan’a kulak kabartmak gerekiyor: “Çözüm gerçekten vardır ama bu sadece nükleer karşıtlarının elinde değildir. Şu anki “demokrasi”yi iyi kavrarsak olanakların da burada gizli olduğunu görürüz. Bu demokrasi “gücün yetiyorsa demokrasisi”dir.”
Yoruma kapatılmıştır.