Afet Yönetimi ve Politik Depremlerin Altında Kalmak
“Olağan hal” rejimi, Van Depremi sonrası sürecin nasıl yönetileceğine bir yanıt verememişken, bu depremin yarattığı olağanüstü toplumsal halin gerilim hattı üzerinden “afet kanununu” gündemlerimize taşıdı. İzmit, Düzce, Ceyhan, Van derken daha hala “Afet yönetimimizi nasıl yapacağız” tartışmasını yapamadan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” Meclis’in gündemine indi. Kamuoyunun hassasiyeti ve afet yönetimi konusunda hukuki ve idari karmaşa, hükümeti hızlıca bir yasa yapmaya itti demek ise çok iyi niyetli bir değerlendirme olarak kalabilir. Bu yasa meclis gündemine gelinceye kadar kamuoyundan farklı tepkiler aldı. Bizim eleştirdiğimiz nokta deprem riskine müdahale edilmesi değil kuşkusuz; bu yasa ile deprem riskinin odak olarak görülmemesiydi. Deprem riski sadece bir kaldıraçtı. Ama afet yönetiminin değil, kentsel yıkımın yaratacağı piyasanın yönetiminin bir kaldıracı.
“Deprem riski”ne karşı yasa yapma söylemi tam da bu işlev üzerinden kullanıldı. Afet riski altındaki alanlara müdahale edilmesi ve bunun ivedilikle yapılması konusunda etkin bir kamuoyu oluştuğundan söz edilebilir. Ancak bu müdahalelerin nasıl gerçekleştirileceği, doğal ve yapılı çevreyle uyumunun nasıl sağlanacağı, sosyal, iktisadi ve siyasal sonuçlarının kimleri, ne biçimde etkileyeceği ve buna karşı ne tür tedbirler alınacağı soruları ve bu sorular üzerine verilen yanıtlarda anlaşmış bir kamuoyunun varlığından bahsetmek ise mümkün değil.
Amaçlanan gerçekten afet riskinin azaltılması ise, bütüncül bir yaklaşım gerekir. Afet öncesi ve sonrasına dair oluşturulmuş stratejiler, belirlenen sıra ve amaç dâhilinde uygulanmalıdır. Bir süreç yönetimi olarak afet yönetimi, belli bir sistematik içinde yapılmalıdır. Aksi takdirde, geniş ölçekli, geri dönüşü mümkün olmayan ve sosyo-ekonomik, psikolojik biçimleriyle farklı ve etki alanı itibariyle deprem coğrafyasındaki Türkiye’nin tamamını kapsamına alacak müdahale biçimlerinin daha ciddi sorunlara yol açması ve hatta bu haliyle yeni afet riskleri doğurması kaçınılmaz olacaktır.
Toplumsal muhalefetin bu kanuna karşı oluşan tepkisini anlamak ve bunu yaymaya çalışmak herkesin görevidir. Hele ki, yapılması planlanan temelsiz ve şiddetli müdahaleleri meşrulaştıracak söylemler kitle iletişim araçlarında geniş yer bulmaktayken. Bu söylemlerin deşifre edilmesi ve buna karşı duran tarafların aktardığı görüş ve uyarıların da kamuoyuna ulaştırılması bu noktada önem kazanmaktadır.
Önemli yanılgılardan birisi, ‘durumun aciliyeti’ne binaen afet riskinin azaltılmasında yapılması gerekenler konusunda uluslararası düzeyde sürdürülen tartışma ve deneyimlere sırt çevrilmesidir. Bu deneyimlerin öngerektirdiği köklü değişiklikler ve kapsamlı toplumsal, idari, mali ve hukuki dönüşümün zorluğu bahane edilerek, böylesine bir değişiklik ve dönüşümün gerçekçi olmadığının ima ediliyor ve görmezden geliniyor olması büyük bir politik hatadır. Oysaki asıl gerçekçi olmayan, ‘doğru’ adımlar atmak için kapsamlı düzenlemeler yapma zorunluluğunun göz ardı edilmesidir.
Bununla birlikte, gerçekten durumun “aciliyeti”, deprem riskini yönetmeye yönelik bir sürecin aracı olarak görülüyor olsaydı, dünyada bu yönde uluslararası düzeyde biriktirilen deneyim ile birlikte Türkiye’de bu konuda biriktirilen bilgi, belge ve deneyimden de yararlanılır, bu gelişmelere eklemlenilmesini sağlayacak düzenlemelere dair getirilmiş öneriler hızla hayata geçirilirdi. Bu bağlamda afet riskinin azaltılmasına yönelik konferanslarda benimsenen politikaları kendi özgüllüğü ile bir hukuk belgesi haline getiren 1960 yılının Japonya’sı; 2000 yılının ABD’si; 2002 yılının Yeni Zelanda, Güney Afrika, Avustralya ve Ermenistan’ı; 2003 yılının Yunanistan’ı; 2004 yılının Kanada ve İngiltere’si gibi[1] Türkiye’de de afet yönetimi stratejisi oluşturulur ve eylem planı haline getirilirdi. Oysaki Türkiye bu konferanslarda yer almış olmasına rağmen sonrasında bu kapsamda atılmaya çalışılmış hiçbir adımı desteklememiş veya bu girişimlerin sürekliliğini sağlayacak kapsamlı politik değişiklikleri hayata geçirememiştir. Bu demek oluyor ki şu an, tehlikenin büyüklüğü ve müdahale edilmezse olacaklar üzerinden “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile kentlere yapılacak fiziki müdahalelerin yaratacağı sosyal adaletsizlikleri, hak gasplarını ve politik yanlışları meşrulaştırmaya çalışan kesimin, durumun vahametini anlamasının ve harekete geçmesinin on yıldan daha uzun süre almıştır.
Afet Yönetimi, Dünyayla Birlikte Öğrenme
1980’lere kadar, dünya genelinde, afet sonrasında oluşan zararların giderilmesine yönelik ‘yara sarma’ politikalarının ekseninde hareket edildiği görülmekte. Afet sonrası müdahalelerin özüne bakıldığında, afet sırasında oluşacak yıkıma ve zarara bir müdahalenin söz konusu olmadığını, yalnızca sonrasında oluşan mağduriyetlerin ve kayıpların giderilmesine yönelik yardımların toplanması ve etkin biçimde dağıtımının sağlanması ile fiziksel, ekonomik, sosyal, psikolojik yeniden yapılanma süreçlerinin başlatılması öne çıkmakta. Bu eksende yapılan müdahalelerin soruna çözüm olmadığı görülmüş durumda. Afet Yönetimine ilişkin olumsuz deneyimler, 1980’lere gelindiğinde, afet sonrası politikaların uluslararası düzeyde sorgulanmasına ve afet yönetim ve politikası ile ilgili alternatif yaklaşımların temellenmesine zemin hazırlamıştır. Uluslararası düzeyde köklü değişim yaratan yeni bir politika olan afet öncesi müdahaleler bu dönemde öne çıkmaya başlamıştır. Bu noktadan sonra, özellikle yaklaşık son on yılda afet sonrası politikaların, yerini afet öncesinde yapılacak müdahalelerin tanımlandığı afet politikalarına bıraktığı görülmektedir.
Peki, bu yeni politikanın farkı nedir? En önemli fark, bir kayıp yaşanmadan önce risklerin belirlenmesi ve olası kayıpların önüne geçilmesinin veya azaltılmasının sağlanmasına yönelik kapsamlı değişikliklerin yapılmasını öngören bir politik temele dayanmasıdır.
Afet politikasındaki bu değişimin oluşmasını sağlayan temel girişimlerin, doğanın sınırlarının uluslararası camia ve devletler rejimi tarafından da kabul edildiği ve buna karşı önlemler alınmasına yönelik Uluslararası konferansların biçimlendiği, devletleri bağlayıcı belgelerin üretildiği 1980 sonrası süreçte biçimlendiği görülmektedir.[2],[3]
BM kararları doğrultusunda 1990-2000 yıllarının “Doğal Afetlerin Azaltılmasında Uluslararası 10 Yıl” (IDNDR- International Decade for Natural Disaster Reduction) ilan edilmesi sürecine kadar bir dizi konferans örgütlendi. 1992 yılında düzenlenen Rio Zirvesi sonucunda kabul edilen Gündem 21 adlı küresel eylem planının temel hedeflerinde afet tehlikesi altındaki alanlarda planlama ile afet yönetiminin konu edilmesi ardından 1994 yılında bu kapsamda strateji ve ilkeleri belirlemek üzere Yokohoma Konferansı düzenlendi. 1996 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Habitat II toplantısında afet tehlike ve risklerinin azaltılması konusunda özel bir toplantı düzenlenip Birleşmiş Milletlerce rapor hazırlanması ve bu raporda afet tehlike ve risklerinin azaltılması konusunda alınması gereken önlemler ayrı bir başlık altında toplandı. 1999 yılı Kasım ayında risk azaltımı konusundaki stratejilerin uygulanması amacıyla ISDR (International Strategy for Disaster Reduction) adıyla BM’ye bağlı yeni bir organ tanımlandı.[4] 2002 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda afet politikası ile ilgili risk azaltılması, planlama ve katılıma dair konular da gündeme alındı. 2005 yılında ISDR’nin Japonya’nın Kobe kentinde “Afetlerin Azaltılması Dünya Konferansı” düzenlendi. Kobe Konferansı sonucunda hazırlanan Kobe Deklarasyonu’nda alınan kararların uygulanacağı yeni bir etkinlik onyılı olarak “Hyogo Eylem Çerçevesi 2005-2015” (Hyogo Framework for Action) kabul edildi.
Gerçekleştirilmiş bu konferanslarda, afet yönetimi ile ilgili yapılması gerekenlerin kapsamının anlaşılması bakımından, Kobe Konferansı öncesinde 2003 yılında ISDR tarafından, üye ülkelere yöneltilen sorular ve bu sorular doğrultusunda hazırlanması istenilen risk yönetimi konularındaki açıklama raporlarının kapsamına bakmak gerekir. Yöneltilen soruların ana başlıklarına bakıldığında4;
1. Politik Sorumluluk ve Kurumsal Özellikler
2. Riskin Tanımlanması
3. Bilgi Yönetimi
4. Risk Yönetimi Uygulamaları/ Araçları
5. Hazırlık ve Olasılık Planlaması
6. Afet Risk Yönetiminde İyi Uygulamaların Gösterilmesi
7. Afet Azaltma Üzerine Dünya Konferansında Belirtmek İstediğiniz Öncelikler
olarak sıralanmaktadır. Prof. Dr. Murat Balamir, bu başlıklar altında sorulan soruları, bu soruların ne anlama geldiğini başlıklar altında şu şekilde özetlemiştir[5]:
Afet Yönetimi ile ilgili tüm bu süreçten çıkartabileceklerimiz; afet yönetimi ile ilgili olarak idarenin yönetsel anlamda bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu, afet süreçlerinin idarenin tek başına planlayacağı ve yönetebileceği bir süreç olmadığı, bu eksende de idarenin öncelikli olarak eşgüdüm sağlayan bir organ yaratması gerektiği kabullerinin ortaya konmasıdır. Bu organ bir yandan kamu kurumlarını, idarecileri, diğer yandan da toplum kesimlerini, kitle örgütlerini, sivil toplum kuruluşlarını, üniversiteleri, özel kuruluşları afet yönetim sürecinin ortak karar verici bir paydaşı olarak görmesi ve paydaşları, bu paydaşlar üzerinden tanımlanmış plan ve stratejiyi uygulayacak bütçe ile donatılmış bir kurumsallığın gerekliliğinin altı çizilmiştir.
Bu yanıyla afet yönetimi sadece idarenin sorumluluğu, görevi ve yetkisi içinde tanımlanmamıştır. Toplum örgütleri de bu yetki ve sorumluluk ile donatılmış bir paydaş olarak görülmüştür. Bir başka deyişle yönetişimci bakış açısı afet süreçlerinde de etkin kılınmaya çalışılmıştır. Devlet, toplum ve şirketlerin medya gücüyle birlikte afet risklerini engellemeye yönelik bir paradigma etrafında bir araya gelmesine dayanan, kısacası çözümü piyasaya bırakan bu strateji bile Türkiye için kağıt üzerinde kalmıştır.
Türkiye Afet Yönetiminden Ne Ders Çıkarttı
Yakın zamana kadar afet riskine karşı geliştirilen politikalardan söz etmek pek mümkün değilken 1990-1994 yıllarını kapsayan 6.beş yıllık plan döneminde belirlenen ilke ve politikalar ile ilk defa afet öncesinde zararların azaltılması konusuna öncelik verilmiştir. Bu süreçten sonra geliştirilen politikalar ve girişimler ise çoğunlukla temenni düzeyinde kalmıştır.
Yaşanılan bir dizi afet sonrasında 1997 yılında TBMM, “Afetlerde Meydana Gelen Can ve Mal Kaybını En Aza İndirmek İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi”ni amaçlayan bir Meclis araştırması başlattı. Bu talep üzerine oluşturulan komisyon aynı yıl içinde hazırladığı geniş kapsamlı raporu TBMM Başkanlığı’na sundu. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz gerekçe gösterilerek alınması gereken tedbirler alınmadı. Gündemdeki kanunun gerekçesinin devletin yükleneceği maddi külfetten kurtulmak olarak açıklandığını hatırlarsak afetlere bakış açısının çok da değişmediğini görebiliriz.
Her anlamıyla yarattığı ağır zararlar dolayısıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi olarak anılan 17 Ağustos depremi ve ardından meydana gelen12 Kasım depremi sonucunda, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, Devlet Planlama Teşkilatı, doğal afetler konulu özel ihtisas komisyonu kurulmasına ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’na bu komisyonun tespit ve önerileri doğrultusunda doğal afetlerle ilgili önlemlerin ayrı bir başlık altında dâhil edilmesini kararlaştırmıştır. Ne var ki diğer ülkelere örnek teşkil edebileceği öne sürülen 8.Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda önerilen hiçbir önlem de bugüne kadar gerçekleştirilmemiştir.
Yasalarla Yap Boz
Planlama süreçlerinde özetle aktardığımız politik hedefler belirlenmeye çalışılmış olsa da Türkiye’nin planlama ile yasa yapma arasındaki gerilimi afet yönetimi sürecinde de devam etmiştir. Büyük ve iddialı sözcüklerin kavramsal, idari, politik olarak unsurlarının inşa edilememiş olması, sonuçlarını afet ve kentleşme ile ilgili yasalarda da göstermiştir. Afet süreçlerini yönetmenin, parlamenter bürokrasi sınırları içinde görüldüğü bu otuz yıllık “afet planlaması” deneyimi, afet politikasının kurumsallaşmasını yaratamamıştır. Bu politikasız süreç nedeniyle, afet yönetimi planlamaya ve uygulamaya dönüşememiştir.
Planlamanın imar faaliyetine indirgenmesi afet politikasının oluşmamasına zemin hazırlamıştır. Özellikle kente göçü esas alan kalkınma politikası, gecekondulaşmayı ucuz emek gücünün temel girdisi sayan siyasalar, kentsel krizi “af yasalarıyla” öteleyen kliyentalizm afet yönetimi odaklı bir kır kent politikasını sürekli gündem dışı tutmayı becermiştir.
99 yılındaki iki büyük depremin ardından 21 Mart 2000 gün ve 2000/9 sayılı Başbakanlık Genelgesi çerçevesinde, 8’i yer bilimci, 8’i inşaat mühendisi, 4’ü de diğer alanlardan (mimarlık, kent planlaması, sosyal bilimler, tıp, çevre mühendisliği vb) olmak üzere 20 uzmandan oluşan ve sekretarya işleri TÜBİTAK tarafından yürütülen Ulusal Deprem Konseyi(UDK), 9 Haziran 2000 tarihinde kuruldu.[6]
UDK rutin görevlerinin yanı sıra, kapsamlı bir çalışma olan ‘Ulusal Deprem Stratejisi’ni tüm boyutları ile 2002 yılında kitaplaştırdı. İkinci bir çalışma ile de deprem alanında yapılması gereken araştırma konuları 2005 yılında tanımlandı.[7] Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Müsteşarlığı’nın da talebi üzerine, dünyadaki politika değişikliklerini de göz önüne alarak, Türkiye’de hangi sistem ve yasal düzenlemelerin gerektiğini ortaya koymayı hedeflediği bir dönemde12 Ulusal Deprem Konseyi’nin faaliyetlerine 6 Ocak 2007 tarihli Başbakanlık Genelgesi’yle, gerekçe bildirilmeksizin son verildi.[8]
2003 yılında İstanbul Deprem Master Planı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Ortadoğu, İstanbul, Yıldız Teknik ve Boğaziçi Üniversiteleri işbirliğiyle 200’ü aşkın bilim insanı tarafından hazırlandı. [9] Ne var ki planın zengin içeriğine rağmen, uygulamaya geçirilmesi aşamasında beklenen sonuç alınamadı.[10]
İlerleyen süreçte Deprem Şurası, Kentleşme Şûrası gibi Bakanlıkça düzenlenen etkinlikler sonucunda kapsamlı raporlar hazırlandı; Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı bünyesinde yer alan Deprem Danışma Kurulu (DDK) tarafından “Deprem Stratejisi Geliştirme Çalışması” süreci başlatıldı;[11] 2011 yılında AFAD başkanlığında hazırlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı UDSEP 2023 yürürlüğe girdi.
Bu tarihsel süreç elbette daha da detaylandırılabilir. Ancak yukarıdaki aktarımlardan anlaşılacağı üzere çok sayıda girişim ya mali, yönetsel süreçlerle engellenmiş, kesintiye uğramış, politik iklimin ters rüzgârına bırakılmış ya da bu çalışmalar politik olarak güçsüz bırakılmış, bürokrasi ile seçilenler uyumlu çalışmamış, mevcut afet politikaları dahi uygulanmamıştır.
Türkiye’nin başta deprem olmak üzere afet sorunları ile ilgili hazırlanmış, altlık veya yol gösterici olarak kullanılabileceği onlarca raporu ve daha önemlisi 2004 yılı içerisinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca düzenlenmiş olan ‘Deprem Şurası’ komisyon raporları ve ‘Şura Sonuç Bildirgesi’ mevcuttur. Bu raporlardaki öneri ve önceliklerin potansiyeline rağmen, “Afet Yönetimi Ülke Stratejik Raporu” Ülkenin afet konusundaki politik aksı olarak dikkate alınmamıştır.[12]
En temel kurumsal ve yasal değişiklikler dâhil on yıllardır erteleniyor; sakınım planlamasının ve bu planların her ölçekteki diğer tüm plan türleriyle bütünlüğünün sağlanmasının yasal olarak zorunlu hale getirilmesi hala gündeme getirilmiyor, planlama mevzuatı ve ilgili diğer mevzuat afet politikası doğrultusunda güncellenmiyor. Afet politikasının yaratacağı dönüşümün sosyo ekonomik süreçlerde adaletsizliğe ve eşitsizliğe yol açmaması üzerine kafa yorulmuyor. Afet politikası için, temel hakların sınırlandırılması hususu, insanca yaşam koşulları gözetilerek kurumsallaşmıyor.
Ulusal bir afet koordinasyon ve veri merkezinin kurulması ve afet bilgi bankası için teknolojik altyapının kurulması konularında gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, kalifiye çalışan kadrolarının yetiştirilmesi ile bu konuda bütçe oluşturulmasına dair[13] bütünlüklü bir düzenlenmeye gidilmiyor, kalkınma planlarında afetler politikasını değerlendirmede hala tutarlı bir sistem oturtulamıyor. Bugün ise edinilen onca kötü deneyim unutularak bu sorunlar bir kez daha görmezlikten geliniyor ve Türkiye’ye çözüm olarak kapsamı tamamen yanlış, içeriği şüphe uyandıran bir yasal düzenleme sunuluyor.
SONUÇ
Türkiye’nin afet yönetimi politikasının gelişim, dönüşüm ve çöküşünü kalkınmaya odaklı kentsel gelişim dinamikleri içinde değerlendirmek gerekir. Bu eksende, hem devlet, hem de özel girişimler için, deprem riskine karşı önlem almak ve afet yönetimiyle ilgili idari, mali ve hukuki bir bütünlük içinde karar ve eylemler üretmek, ekonomik büyümenin sırtında kambur olarak görülmüştür. Afet yönetimini sermaye bir maliyet kalemi, kar oranları önünde bir engel olarak algılamıştır. Devlet ise afet yönetimi süreçlerinin çok paydaşlı inşası konusunda katıldığı Uluslararası anlaşmalara karşın, bu çok paydaşlı yönetimi ve afet yönetimine katılımı dahi bilindik merkeziyetçi devlet refleksini tehdit eden bir unsur; mali, idari ve hukuki bir yük olarak algılamıştır. Afet yönetim süreçlerini inşa eden erken kapitalistleşmiş ülkeler açısından, uzun vadeli büyüme stratejilerinin önemli bir risk giderme kalemi olarak ortaya çıkan afet yönetimi, geç kapitalistleşen Türkiye devleti ve sermayesi için kısa vadeli birikim rejiminin önünde her daim bir sorun olarak dikilmiştir.
Afet politikası Türkiye’de sık sık yaşanan depremlerden, sellerden ve yaşanan kuraklıklardan hemen sonra gündeme gelmiş, bir süre kamuoyunun gündeminde kalmış ve sonrasında gündemden düşmüştür. Bu kısa süreli hafızanın nedenlerini, devletin orta ve uzun vadeli politika ve eylem süreci tanımlayamamasını, akademik çevrelerce tanımlanan politikaların hayat bulmamasını salt kapitalist birikim süreçleriyle izah etmek ise yeterli olmayacaktır. Türkiye bürokrasi, idare ve yasama organı seçkinlerinin oluşturduğu sınıfsal çıkarlar kümesi afet yönetimi konusunda uzun vadeli plan ve program oluşturmaya izin vermemektedir. Türkiye’de kesintili bürokrasi, sürekliliğini yitirmiş idare ve seçim siyasetine endeksli yasama faaliyeti tüm toplumun ortak çıkarına olan “afet yönetimi” konusunda sorumluluk almak yerine, afet sorununu ileriye havale eden bir süreçle kendi varlığını devam ettirilebilmiştir. Uluslararası toplantılarda afete karşı tedbir politikalarının zemini olarak kabul gören “yönetişim” diğer adıyla çok paydaşlı yönetim anlayışı geçtiğimiz on yıl içinde Türkiye idarecilerinin ve hükümetinin diline pelesenk olsa da bu anlayışın karşılığı olacak katılım mekanizmaları, şeffaf yönetim, bilgi ve belgelerin paylaşımında açıklık gibi yönetişim kriterlerini dahi yerine getirememiştir. Devlet rejimini, merkeziyetçi ve otoriter bir temelde besleyen yönetenler, afet öncesi ve sonrası süreçleri, temel hak ve özgürlüklerin korunması esasına dayalı olarak kurgulamak yerine; tüm bu süreçleri ekonomik büyümenin bir olanağı haline getirecek pragmatik bir temelde biçimlendirmiştir. Bunun sonucunda her afet süreci aynı zamanda yeni yatırım olanakları olarak algılanmış, neredeyse felaketleri bekleyen bir ekonomik düzen inşa edilmiştir. Bu felaket ekonomisine uygun olarak biçimlenen siyasal algı da eninde sonunda deprem gibi önemli afet süreçleri konusunda kendiliğindenci bir yaklaşımı üzeri örtük olarak içselleştirmiştir. “Hele bir afeti yaşayalım da nasıl olsa hallederiz”, bakış açısının toplum tarafından giderek içselleştirilmiş olması karşısında da deprem korkusu yaşayan geniş halk kitleleri ile bir yönetim politikası kurgulayacak eylem planları geliştirme gereği de duyulmaz olmuştur.
Tüm bu süreç göz önüne alındığında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” bu kısa vadeli büyüme politikasının bir hareket alanı olarak görülen kentsel arsanın ve kırsalın yeniden temellükünün bir aracı haline gelmiştir. Bu araç önümüzdeki günlerde sıkça kullanılacak bir kentsel dönüşüm ve göç sürecini tetikleyecek hukuki, sosyal ve ekolojik sorunları beraberinde getirecektir. Devletin bu afet politikası egemenliğini kurar ve sosyal, ekolojik, ekonomik zorunluluklar sosyal adalet, temel haklar ve özgürlükler temelinde gündemleştirilmezse, 30 yıldır bir ileri iki geri bir biçimde kargaşaya dönüşen afet yönetimi toplumsal yıkımı hızlandıracağı gibi aynı zamanda ileriye dönük bir kapitalist sermaye birikimi stratejisi izleyecek olan piyasa overlokçularının da kabusu haline gelecektir. Ama anlaşılan odur ki Türkiye’nin kısa vadeli büyüme stratejisi, devletin ve sermayenin “afet riski” sopası altında terbiye edilmiş geniş kitleler için bir sürgünü hazırlarken; kentsel rantın, kırsalın yeniden sahiplendirilmesini örgütlüyor ve orta vadeli dahi olsa afet politikası inşa edilmemesi stratejisine dayanıyor.
[1] Murat Balamir, “Afetler Politikası, Risk ve Planlama”, http://www.mimdap.org/?p=3547, Erişim Tarihi: 06.02.12, 02:23
[2] Balamir, “Afetler Politikası, Risk ve Planlama”, http://www.mimdap.org/?p=3547 Erişim Tarihi: 06.02.12, 02:23
[3] T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, “Kentleşme Şurası 2009 Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyonu Raporu”, http://www.bayindirlik.gov.tr/turkce/kentlesme/kitap4.pdf, Erişim Tarihi: 06.02.12, 02:19
[4] UNISDR, “Who We Are” (http://www.unisdr.org/who-we-are) Erişim Tarihi: 22.02.12, 12:42
[5] Balamir, “Afetler Politikası, Risk ve Planlama”, http://www.mimdap.org/?p=3547, Erişim Tarihi: 06.02.12, 02:23
[6] BELGEnet Arşivi, “Ulusal Deprem Konseyi”, (http://www.belgenet.com/deprem/udk.html) Erişim Tarihi: 26.02.12, 22:34
[7] Murat Balamir, “Ulusal Deprem Konseyi’nin kaldırılması neyin çözümüdür?”,(http://www.mimdap.org/?p=365) Erişim Tarihi:26.02.12, 22:43
[8] Radikal Gazetesi İnternet Baskısı(03.02.2007), “Ulusal Deprem Konseyi ‘yıkıldı’ ” (http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=211914) Erişim Tarihi: 26.02.12, 22:38
[9]F.Saka, Tempo Haberi(22.09.03) , “Master Planına 33 Yasa Engeli” , (www.kentselyenileme.org/dosyalar/master02.doc) Erişim Tarihi: 26.02.12, 23:40
[10] Ö.Zorcan, Ö.Gürleyen ve E. Engin, Birgün Gazetesi İnternet Baskısı(27.06.07), “Partiler Depremi Yok Sayıyor” (http://www.birgun.net/actuel_2007_index.php?news_code=1182870716&year=2007&month=06&day=26) Erişim Tarihi:26.02.12, 23:45
[11] Başbakanlık Afet Ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, “Ulusal Deprem Stratejisi Ve Eylem Planı 2012-2023” , (http://www.afad.gov.tr/belgeler/udsep2023-anametin-tr.pdf) Erişim Tarihi:27.02.12, 01:03
[12] T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, “Kentleşme Şurası 2009 Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyonu Raporu”,
( http://www.bayindirlik.gov.tr/turkce/kentlesme/kitap4.pdf) Erişim Tarihi: 06.02.12, 02:19
[13] S.S. Durduran ve A.Geymen, “Türkiyede Afet Bilgi Sistemi Çalişmalarinin Genel Bir
Değerlendirmesi”, (http://www.gapsel.org/condocs//ekutuphane/52.pdf) , Erişim Tarihi: 04.03.12, 02:05
Yoruma kapatılmıştır.